“Önceliklendirme” günümüz Kırılım Çağı’nda hepimizin sürekli meşgul olması sebebiyle hayatımızın çok önemli bir parçası haline gelen bir aksiyon. Peki, önceliklendirme nasıl bu kadar önemli oldu ve bizde yarattığı baskı nasıl yönetilebilir?
Bundan binlerce yıl öncesine gidelim. Tarımın bile henüz başlamadığı 10-15 bin yıl öncesindeki hayatı düşünelim. Avcılık, toplayıcılık ve balıkçılık üzerine sade bir yaşam var. İnsanların maruz kaldıkları “girdi” sayısı bugüne kıyasla çok daha az. Sınırlı sayıda insanla temas halinde olduğumuzu, dikkatimizi dağıtacak tüm girdinin kendi fiziki çevremizden geldiğini düşündüğümüzde, önceliklendirme için beynimizin gün içinde yapması gereken seçimler minimum miktarda ve basitti diye tahmin ediyorum. Günü atlatabilmek adına bir yaşam mücadelesi içindeyken diğer dikkat dağınıklıkları lüks kalırdı zaten.
Buna karşın, bugünkü yaşam koşullarımızda internete bağlı cihazlar aracılığıyla tüm bilgi kaynaklarının girdilerine 7 gün 24 saat açık duruma geldik. Haberler, yemek tarifleri, iş email’leri, arkadaş mesajları, video konferanslar, çevrimiçi oyunlar, müzikler, sosyal medya platformları ve daha birçok farklı kaynak tüm gün üzerimize yağıyor. Hiç durmaksızın. Her sene üssel olarak artarak.
Muhtemelen 15 bin sene önce de yaşamımız tüm gün yoğun geçiyordu. Fakat daha çok fiziki aktivitelerle dolu ve çok kompleks seçimler yapmak zorunda kalmadan yaşıyorduk. En azından büyük çoğunluk böyleydi diye tahmin ediyorum. Beynimiz de dolayısıyla maruz kaldığımız girdilerin büyük çoğunluğunu “çıktı” haline getirmekle başa çıkabiliyordu.
O zamandan bu zamana iş yapış biçimlerimizin baştan aşağı değişmesi ve tüm bu sınırsız “bildirim” olasılığı bize girdi olarak yağıyor. Bunların çok çok küçük bir yüzdesini yakalayabiliyoruz ve değerlendirip çıkarım yapabiliyoruz. Fakat bu bile yüzlerce-binlerce defa demek.
Lütfen telefonunuzdan günlük ortalama kaç kez bildirim aldığınızı kontrol edin. Muhtemelen birkaç yüz çıkacak. Bu sadece telefondan bize gelen, “maruz kaldığımız” bildirimler. Bunun üzerine, bizim aldığımız aksiyonlarımız var. Video izlemekten yemek tarifi bakmaya kadar birçok aktivite sayılabilir. Kolayca binli rakamlara gelebiliriz. Ve hala sadece telefondan bahsediyoruz. Bilgisayarlarımız, akıllı saatlerimiz, arabalarımızdaki uyarılar, yollardaki elektronik reklamlar, televizyondaki diziler ve daha birçok kaynak hiç hesaba katılmadı henüz. Ve bunlar hala sadece ekranlı olanlar. Bir de ütü makinesinden bulaşık makinesine çok fazla teknolojik alet var (onların da ekranları olmaya başladı giderek, o ayrı).
15 bin yıl önce de kullandığımız araçlar vardı ama hem sayı olarak bu kadar seviyede değildi hem de birden fazla amaca hizmet etmeleri sınırlıydı. Sofistike değillerdi. Bir akıllı telefonda; fenerden kameraya, mektuptan oyuna, alarmdan “gerçek anlamda telefona” kadar birçok ayrı özellik bir arada ve hepsi bize girdi vermek için hazır bekliyor.
Kısacası yoğunluk süremiz değişmedi ama “verimliliğiniz” her şeye ulaşımımız mekân ve saat bağımsız sınırsız sayıda ve çeşitlilikte olunca, üssel olarak arttı. Peki, beynimiz bu üssel olarak artan hızlanmayı kaldırmaya paralel şekilde gelişti mi? Hayır. Her iki senede bir iki kat fazla bilgiyi değerlendirebilecek seviyeye gelemiyoruz. Bu da bizi önceliklendirmeye itmeye başladı. İş yerinde, evde, her yerde sürekli seçim yapıyoruz. Gelen binlerce girdiyi sıraya diziyoruz. Bazılarını eliyoruz. Bazılarını arşivleyip sonra bakıyoruz.
Bu süreçte de haliyle hatalar yapıyoruz. Yanlış veya yalan bilgileri kabul ediyoruz, yankı odalarına giriyoruz, gruplaşıyoruz. Her bir girdiyi teyit edecek zamanımız hiç yok bu kadar yoğunluğun arasında. Şirketlerde nakit akışı nasıl önemliyse, sosyal hayatımızda da “girdi akışını” yönetmek çok önemli diye düşünüyorum. Sosyal medya şirketleri bu girdi akışının önemli bir bölümünü algoritmalarla takip ediyor ve yönlendiriyor. Hangi girdinin A noktasından B noktasına gideceğini belirliyor.
İşin komik tarafı, bu önceliklendirmeyi daha rahat yapabilmemizi sağlamak için bile binlerce uygulama çıktı. Programlanmamızı sağlıyorlar ama onları seçmek için bile önceliklendirme yapmalıyız. Bu önceliklendirme işinin de sadece zamanı yönetmek kadar basit şekilde hallolmadığı açık.
Bana kalırsa bu konuyu çok daha fazla gündeme getirmeliyiz. Girdi akışını önceliklendirmeyi insan beyni yerine yine üssel çalışan teknolojiler aracılığı ile yapmamız şart. Bunun da çok tehlikeli ve yönlendirmeye açık olduğu bir gerçek. Fakat nasıl ki kaza yapacağız diye atlardan araba kullanmaya geçmemezlik yapmadıysak, bundan da çekinmemeliyiz. Nasıl en etik ve insanlığı olumlu yönde etkileyecek yöntemi buluruz, bunu aramalıyız.