Şu anda konuşulan karbon vergisi ton başına 30-50 Euro. Türkiye de hızla ekolojik topluma geçmek için hedefler koymalı, sanayiden bankacılık sektörüne, eğitime kadar tüm kurumlar buna göre dönüşüme tabi tutulmalı, çalışma ilkeleri değiştirmeli.
Dünya mali krizi atlattı gibi. Ancak kapıda daha büyük bir kriz var: İklim değişiminin neden olduğu ekolojik kriz. Üstelik bu kriz sadece ekonomiyi değil, yaşamımızı da tehdit ediyor. Tüm krizlerde olduğu gibi bu kriz kaynağı da İnsan’ın kendisi, ürettiği iktisadi sistem, üretim ilişkileri. Aslında iklim değişikliğinin kaynağı büyük ölçüde sermaye biriktirme hırsı, yani kapitalizm.
Kapitalizmin sermaye birikimine sürekli ihtiyaç duyması, bunun da kaynağını kâr olarak görmesi, kapitalisti, kısa/uzun dönemde sadece “ne kadar fazla kâr edebilirim, bunu nasıl sağlarım” sorusuna kitlemekte.
Üniversitelerin iktisat/iktisada yakın bölümlerine giren öğrencilere iktisada giriş dersini almaya başladıklarının beşinci/altıncı haftasında, hoca piyasaları anlatmaya başlar; hedef açıklanır, maliyet minimizasyonu, kâr maksimizasyonu. Bunu yaparken doğa kirlenmiş, sosyal değerler aşınmış gibi konular anlatılmaz, anlatılsa da veri olarak alınır.
Bugünlerde şikâyet ettiğimiz Marmara Denizi’ndeki deniz salyası sorunun kaynağı da daha çok kâr etme isteğidir. Hükümetler de kapitalistin bu talebine çoğu zaman olumlu yanıt verdi. Çünkü kâr; sermaye birikimi, ardından biraz yatırım, yeni istihdam ve de bir sonraki seçimlerde daha çok oy alma şansı olarak algılanmakta. Üstelik geçmişte de olan, şimdilerde sistemik hale gelmiş olan yandaş mekanizması da devreye girince “kim takar çevreyi” denmekte. Bu anlayışın sonucu olarak fabrikaların atıkları özgürce denize verildi. Deniz salyasından şikayet eden balıkçılar yıllarca denizin canına okudular; yavru balıkları avladılar; yumurta yuvalarını dağıttılar ve kirlettiler; şimdiyse ağlıyorlar.
Sıradan yurttaş da doğayı sömürenlere karşı çıkmak yerine, elinden geldiği kadar katkı verdi. Kirletti, doğaya acımadı. Özetle devlet, özel sektör, bireyler hep birlikte doğayı tüm dünyada katlettik.
İklim değişimine önlem yoksa ticarette yok
Yaklaşık son 30 yıldır iklim değişimi ve çevre kirliliği üzerine eğilenlerin sayısı da, ağırlığı da arttı. Uzun ve yorucu birçok girişimin ardından 2015 yılında Paris İklim Anlaşması imzalandı (Türkiye, anlaşmayı onaylamayan 6 ülkeden birisi). Paris İklim Anlaşması tüm ülkelere karbon salınımını azaltma yükümlülüğüyle fosil yakıt tüketimi ve doğayı kirleten birçok alanda kısıtlama getiriyor. Anlaşma somut bir hedef de koydu: Taraf ülkeler, 21. yüzyıl boyunca küresel ısınmayı 1,5 derecenin altında tutabilmek için karbondioksit (CO2) salınımını azaltacak.
Bu anlaşma kapsamında, AB de 2019 yılında kabul ettiği mutabakatla daha ileri bir adım attı. AB, temiz ve döngüsel bir ekonomi için endüstriyi harekete geçirmeyi, “Tarladan sofraya: adil, sağlıklı ve çevre dostu bir gıda sistemi” tasarlamayı, toksik içermeyen bir çevre için sıfır kirliliği hedef olarak koydu. AB bunu sadece üye ülkelerinden değil, ticaret yaptığı ülkelerden de isteyecek. Eğer bu ülkeler bu hedeflere uyum göstermez ise, ticarette karbon vergisiyle karşı karşıya kalacak (şu anda konuşulan vergi ton başına 30-50 Euro).
Türkiye hızla ekolojik topluma geçiş hedefleri koymalı
Bu gelişmelere göre Türkiye hızla ekolojik topluma geçmek için hedefler koymalı, sanayiden bankacılık sektörüne, eğitime kadar tüm kurumlar buna göre dönüşüme tabi tutulmalı, çalışma ilkeleri değiştirmeli. Yani dindar ve kindar toplum değil, ekolojik toplum yaratmaya odaklanmalı. Hükümet gereksiz kurumlara (Diyanet gibi) kaynak aktarmak yerine iklim değişimini önlemeye kaynak aktarmalı. Aksi takdirde iklim değişimi hem ekonomiyi hem de yaşamımızı daha fazla vurmaya başlayacak. Kapitalist sınıf da bundan payını alacak. Unutulmasın, Türkiye ihracatının %40-50’sini AB’ye yapıyor.
Okuma Önerisi: Ekolojik Bir Toplum Yaratmak, Fred Magdoff, Chris Williams
İktisat ve Toplum Dergisi, İklim Değişimi Özel Sayısı, Temmuz 2021
Bu yazı alıntıdır.