Alan Turing bilgisayar bilimlerinin ve yapay zekanın doğumuna liderlik etmiş dahi bir matematikçi. Öyle önemli ki, ‘Programlamanın Nobel Ödülü’ diye de bilinen Turing Ödüllerine ismini vermiş biri. Bugün insanlar onu en çok, 2. Dünya Savaşı’nda Nazi Alman ordusunun kullandığı şifreleri kıran sistemi geliştirmesi, bu sayede de savaşı iki yıl kısaltması ve binlerce hayatın kurtarılmasına yardımcı olmasıyla tanıyor.
Daha dün, İngiltere Merkez Bankası, £50 banknotların üzerine Turing’in resmini yerleştireceğini duyurdu. Banka, seçiminin sebebi olarak, Turing’in yaptıklarının bugün bilim ve topluma hala etkide bulunmaya devam etmesini gösterdi. Ama aynı zamanda bu seçimin arkasında utanç verici ve üzücü bir hikaye yatıyor:
Turing 1912’da İngiltere’de doğdu. King’s College’da yüksek başarıyla Matematik bölümünü bitirdi. 1936’da, sadece 24 yaşındayken, bugün bilgisayar bilimlerinin temelini oluşturduğu düşünülen yazısını yayımladı. Kısa zaman sonra, 2. Dünya Savaşı’nda Almanların savaş taktikleri için kullandığı Enigma şifreleme cihazını çözmek için İngiltere ordusuna katıldı. 1939’da ‘Bombe’ ismi verilen, Enigma şifrelerini kıran bir makine geliştirmeyi başardı ve bu sayede savaşın kaderini değiştirdi. Dünyaya katkıları bunlarla bitmedi: 1946’da ilk elektronik bilgisayarı, 1950’de de makinelerin düşünüp düşünemeyeceğini ve makine zekasının insan zekasıyla karşılaştırmasını tartışan Turing Test’i dünyaya tanıttı.
Hayatın sadece 40 yılına bunca başarı sığdıran Turing’in hayatını altüst eden olaylar 1952’de başladı: Eşcinsel bir ilişkide bulunduğu iddiasıyla mahkemeye çıkarıldı. Turing bu iddiaları yalanlamadı; tersine, yaptıklarında herhangi bir yanlış olduğunu düşünmediğini söyledi. Hapishane ile kimyasal tedavi arasında bir seçim yapması istendiğinde, o tedaviyi, yani bir tür yavaş işkenceyi seçti. Bugün, Turing’in içinden geçmek zorunda kaldığı bu kimyasal yöntem insan haklarına aykırı olduğu için yasak.
İşkence altında geçirdiği iki yıl boyunca, doğadaki Fibonacci sayılarını açıklayabilmek ve kuantum fiziği üzerine çalıştı, ona işkence eden bir dünyada kimsenin üretemeyeceği kadar çok şey üretti. Nazım Hikmet’in dizelerini dinlemiş gibi:
“Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.”
Ama yaşamaya fazla devam edemedi. Haziran 1954’te yaşamına son verdi. Öldüğünde sadece 42 yaşındaydı.
İngiltere Kraliçesi, 2013 yılında, yani Turing’in ölümünün üzerinden neredeyse 60 yıl geçtikten sonra, bu dehaya yaptıkları haksızlıklar için ulusal bir özür yayınladı. Ama bu özür bile, Stephen Hawking’in de destek verdiği dört yıllık bir kampanya sonucunda gerçekleşebildi.
Bir dehanın hayatına ‘toplumsal değerlerimiz’ yüzünden kıydığımız yetmiyor gibi, özür dilememiz 60 yılımızı aldı. Diyelim ki bundan 60 yıl önce farklı cinsel yönelimlerle ilgili yeterli bilimsel çalışma yoktu, konu tabuydu. Bugün, elimizdeki sayısız araştırma her cinsel yönelimin bilimsel sebebini bize açıklarken, bunları görmezden gelmeye ve insanlara sırf çoğunluktan farklılar diye işkence etmeye devam etmemiz daha kaç yıl sürecek? Eşcinsel bir arkadaşım, bir gün bana “Sanki bunu seçmişim gibi davranıyorlar. Bu kadar acımasız bir dünyada, hayatımı nasıl olur da kendi seçimimle bu kadar zorlaştırabilirim, bunu nasıl düşünemiyorlar?” diye serzenişte bulunmuş, aklımda yer etmişti. Bağnazlık ve varsayımlarla değil, bilimsel düşünce ve araştırmayla herkesin hayatını yaşanır kıldığımız bir dünya dileğiyle…
Not: Turing’in yaşamını ve başarılarını daha iyi anlamak için The Imitation Game (Enigma) filmini izleyebilirsiniz.
Referanslar:
https://www.turing.org.uk/publications/dnb.html
https://www.bbc.com/timelines/z8bgr82