Uzun süren bir yolculuktayım. Bir yandan çok yorgunum, diğer yandan gözlerimi kısa kısa bir kitabı okumaktan kendi alamıyorum. Okuduğum kitap Nobel Ekonomi ödülü sahibi Daniel Kahneman’ın Thinking, Fast and Slow (Hızlı ve Yavaş Düşünme) kitabı: Daniel Kahneman’ın Amos Tversky ile yaptığı psikolojik araştırmaları ayrıntılı şekilde anlatıyor. Bu araştırmaların ekonomi alanına etkisiyse, ekonominin ilk kurallarından birinin, ‘insanların akılcı (rational) olduğu’ varsayımının pek de doğru olmadığını göstermesi. Ben de okurken çoğu yerde şaşırmadım ve moralim bozulmadı değil… Düşündüğümüzden çok daha kolay şekilde mantık hataları yapabildiğimizi, en iyi araştırmacıların bile tahminlerinde şaşırılacak yanlışlar yapabildiğini ve tabii tüm bunların nasıl da politik, ekonomik ve sosyal kararları etkilediğini görmek ürkütücü. Hem kendisini hem de diğer insanların nasıl düşündüğünü daha iyi anlamak isteyen herkese bu kitabı okumayı tavsiye ederim.
Kitapla ilgili pek çok yazı yazılabilir, ben burada asıl tetikleme etkisinden (‘priming effect’) ve gelişen teknolojilerin bu etkiyi nasıl hayatlarımızın ayrılmaz parçası haline getirebileceğinden, bizleri bilincinde olmadan yönlendirebileceklerinden bahsedeceğim.
Tetikleme etkisi, rastgele ortaya atılan bir kelime/resim/düşüncenin, kendisiyle alakalı düşünceleri, duyguları, hatta davranışları ön plana çıkarması. Örneğin, EAT (yemek) kelimesini duyan veya okuyanların, SO_P kelimesini tamamlamaları istenince çoğunlukla SOUP (çorba) demesi gibi SOAP (sabun) yerine. Daha çarpıcı bir araştırmada, katılımcıların beş farklı kelimeden bir cümle oluşturması ve sonra da bir odadan diğerine yürümesi isteniyor. Verilen kelimeler eğer ‘unutkanlık, kel, gri, kırışıklık, Florida’ ise, yani yaşlılıkla bağlantılı olabilecek kelimelerse, katılımcıların yürüme hızları normale göre ciddi anlamda düşüyor. Muhtemelen bu yazıyı okuyan sizlerin de bu kelimeleri okuduktan sonra okuma hızınızın siz farkında olmadan düşeceği gibi. Katılımcılara sorulduğunda okudukları kelimelerin kesinlikle yürüme hızlarına etkisi olmadığını söylüyorlar ve sonuçları duyunca da çok şaşırıyorlar. Ancak durum bu: yaşlılıkla ilgili düşünceler, insanı daha yaşlı gibi davranmaya itiyor. Bunun gibi deneyler o kadar çok ki… Bir diğer örnekte, parayla ilgili tetiklenen edilen kişiler, zorlandığını gördükleri birine daha az yardımcı oluyor, kendilerine odakları artıyor ve diğer insanlarla mesafelerini artırıyor.
Bu etkinin, kararlarımızın ne kadar da rastgele geliştiğini gösteren daha rahatsız edici etkileri de var: Dünyanın ‘geçici’ olduğu, insan ömrünün gelip geçeceği hatırlatılan insanlar, baskıcı düşünceleri daha çok desteklemeye başlıyor – baskıcı rejimlerin ‘ölüm korkusu’ karşısında daha rahatlatıcı olduğunu düşünerek. Veya Arizona’da okulların aldığı fon artsın mı oylamasında, eğer oylama okulda yapılıyorsa, diğer binalardaki oy oranlarına göre ciddi anlamda artış sağlanıyor. Tetikleme etkisini en çok somutlaştıran verilerden biri de aşağıdaki grafik: İngiltere’de bir üniversitede, çalışanların içtikleri çay kahveye karşılık bağış yapabilecekleri bir ‘dürüstlük kutusu’, ve kutunun üzerine de herhangi bir açıklama yapılmadan her hafta ya çiçek ya insan bakışlarının olduğu resimler konuluyor. Aşağıdaki grafik, yapılan bağış miktarının, insanların kendilerine bakan bir çift göz gördüğü haftalar nasıl bilinçsiz şekilde tetiklendiğini ve arttığını somutlaştırıyor.
Tetikleme etkisinin özünü aslında bizim ‘fikrindeki neyse zikrindeki de odur’ atasözümüz bir nebze özetliyor. Asıl soru, fikrimizin nasıl oluştuğu… Bugün medyayı kontrol etmenin milyonlarda tetikleme etkisini nasıl harekete geçirdiğini anlatmayacağım, yukarıdaki örnekler zaten bunun açıklığını ortaya koyuyor. Bahsetmek istediğim, sosyal medya ve yapay zekanın kullandığı algoritmalar bizi bizden daha iyi tanıdıkça kararlarımızın nasıl şekilleneceği. Eğer bilgisayarda karşımıza çıkan bir kelime/resim/öneri, bizim bir sonraki davranışımızı bilinçsiz şekilde tetikliyorsa ve bunu topladığı verilerle gitgide daha akıllı bir şekilde yapıyorsa, biz kimiz? Ne kadar özgür ve kendimiziz? Bugünden önce ne kadar hürdük; karakterimiz, siyasi tercihlerimiz, sosyal hayatımız nasıl gelişti, bugünden sonra nasıl gelişecek? Bugün dünya 2016 Amerika seçimlerine Facebook üzerinden insanların fikirlerine etki edildiğini tartışırken, kararlarımızı verirken ne kadar kendimiz olduğumuz sorusu belki de cevaplayamayacağımız bir soru olacak.
Mark Zuckerberg ve Yuval Noah Harari’nin harika tartışması da bu konulara değiniyor. Mark Zuckerberg ‘dünyaya kendini özgürce ifade etme imkanı sağlıyoruz’ dedikçe, Yuval Harari’nin ‘iyi de, insanlar gerçekten kendi özgür iradeleriyle mi yoksa sizin algoritmalarınızla mı hareket ediyor’ diye Mark Zuckerberg’i zorlaması dinlemeye değer. Tüm bu tartışmalar içinde bir konu önemini gene gözlerimizin önüne seriyor: Teknolojiyi geliştiren kişilerin tüm bu filozofik, ahlaki ve psikolojik bilmecenin farkında olması gerek. Geleceğin yazılımcılarını, yapay zeka geliştiricilerini yetiştirirken sadece teknik altyapı değil, bu konular gitgide daha fazla önem kazanmalı, biz de ‘sıradan vatandaş’ olarak teknolojinin hayatlarımıza etkileriyle ilgili daha çok bilgilenmeye çalışmalıyız. Kendi kendimizi sorgulayan varlıklar olmamız, bilincinde olmadan peşine düştüğümüz kararlar vermekten sanıyorum daha iyi olacaktır.