Siz ne sıklıkla gazete okuyorsunuz bilmiyorum, ben artık iyice azalttım…
Ben televizyon da pek seyretmiyorum.
Konda’nın yaptığı araştırmaya göre gazete okuma oranları 10 sene içinde %70’ten %20 civarına düştü. Bu düşüş gençlerde daha da fazla. Ama yine de ben bir istisna oluşturmuyorum.
Ortaya çeşitli nedenler atılabilir. Bunlardan biri basına duyulan güvensizlik. Ama ben ortada başka sebepler de olduğunu düşünüyorum. Dünyanın her yerinde aynı sorunlar yaşanıyor. Görsel ve yazılı basının hiyerarşik, tekten çok’a iş modelleri kısa süre içinde tepetaklak oldu. Zaten çeyrek yüzyıl önce gazete, radyo ve televizyon dışında haber alacak bir medya yoktu. Bugün binlerce internet kanalı, Twitter, sosyal medya içine sıkışan yazılı geleneksel basın iyice marjinalleşti. Araya bir de güvensizlik girince medya dünyası tamamen farklılaşmaya başladı.
Bilginin ve verinin ‘uçuşmasını’ ikiye ayıralım. Bilginin oluşma ve yayılmasının birbiriyle ilişkisi yumurta ve tavuk gibi. Yayıldıkça oluşuyor, oluştukça yayılıyor. Zaten internet teorik olarak sınır tanımıyor. Ne coğrafya ne ülke sınırları ne de zaman kavramı umurunda. Bir taraftan – aslında ülkemizde hala yasak olan- Wikipedia benzeri siteler, diğer tarafta Google ve benzeri arama motorları sayesinde bilgi alma yöntemleri bir kuşak öncesine göre bambaşka bir görüntü aldı.
Herhalde önümüzdeki 10 sene içinde bu ‘uçuşma’ konusunda bambaşka şeyler göreceğiz. Örneğin sensörlerin devreye girmesiyle günden güne artan teknoloji veri miktarı, yapay zekanın da katkısıyla düzenlenip “bilgi” kıvamına getirilip yine internet üzerinden dünyanın bambaşka yerlerinde ‘kullanılabilir’ duruma geliyor.
Bize ulaşan bilgi kaynakları buzdağının görünen yüzü. Veri ve bilgi tüm hızıyla içine girdiği her türlü kullanım eşyasını “akıllı” yapıyor. 2025 yılında dakikada 150 binden fazla cihaz birbirine bağlanacak. İnternetin devreye girmesiyle uçuşan veri miktarı üssel bir şekilde artıyor. IDC’nin verilerine göre dolaşımda olan veri miktarı 2018’sw 33 zetabit’ten 7 sene içinde 175 zetabit’e çıkacak. (1 Zetabit =1 trilyon gigabit)
Özellikle 5G teknolojisinin pratik hayata girmesinden sonra bu uçuşma çok daha hızlı bir şekilde aratacak. 2025’e kadar aklınıza gelebilecek neredeyse her türlü eşyanın içine gömülü sensörler veya veri kaynaklarıyla ortalama bir insanın günde 4800 kere bir yerlere bağlanacağı düşünülüyor.
Sohbet toplantılarında eğlenceli bir soru ortaya atıyorum: “Güneş sistemindeki gezegenlerin sıralanmasını hatırlayanlar var mı?”. Genellikle sorunun cevabı ittire kaktıra, katılımcıların da katkılarıyla, birkaç dakikada ortaya çıkıyor. Ancak aynı soruyu akıllı telefonunuza veya Google’a sorduğunuzda garantili cevap birkaç saniyede hemen elinizin altında. Pasarofça Anlaşması’nın koşulları, Leonardo da Vinci’nin ölüm tarihi, Orta Afrika Cumhuriyeti’nin nüfusu gibi aklımıza gelecek her türlü öğrenilmiş bilgi için de geçerli. Öğrendiğimiz, okuduğumuz, hafızalarımıza yerleşen veya ezberletilen bilgilerin bize kattığı değer, bilgisayarlarımızdan veya akıllı telefonlarımızdan gelenin yanında yaya kalıyor gibi.
Geleceğin dünyasında bir insanın kendi kendine yeterli olmasını pek düşünemiyorum. Kendi hafızası ve analitik yetkinliklerinin yanında, doğru bilgi kaynaklarına ulaşabilmesi de bir o kadar önemli olacağına inanıyorum. Alıştığımız endüstriyel dünyada “bilgiye sahip olmak” gücün en önemli göstergesi. Ancak bilginin üssel şekilde artması, hızının yanı sıra gittikçe akışkanlaşması, “sahip” olmaktan ziyade kullanımının verimliliğini öne çıkaracak gibi duruyor. Veri artışının önlenemez gücü önünde hiçbir kurumun tek başına durabileceğini düşünemiyorum.
“Güç” kavramı sahip olmaktan daha çok yaratılan değerde görülmeli. Geleceğin dünyasında kimsenin kendi bilgisiyle yeterli olamayacağı gibi en ufak şirketten üniversitelere ve ulus devletlere kadar bütün kurumların ortak çalışmayla yarattıkları değerin bir güç oluşturacağına inanıyorum.