Cem Leon Menase:
Ağlar kategorisinde sıradaki konu; CRISPR. Tüm yazılarımda ağların olumlu ve olumsuz etkilerinin olabileceğini ve ağların ne kadar kuvvetli “araçlar” olduğundan bahsediyorum. Ağlar günümüz teknolojileriyle de birleştiğinde Endüstri 4.0 dünyasında öylesine kuvvetli bir hal almış durumda ki, iyiliği de çok hızlı ve şiddetli gerçekleştirebiliyoruz, kötülüğü de… Change.org’dan bir protesto kampanyası aniden büyük destek bulabiliyor ve belki de çevre için bir pozitif etkiye olanak veriyor. Aynı zamanda bir sosyal medya platformu üzerinden atılan sahte bir video çatışmaya dönebiliyor.
Ağları olumlu şekilde kullanmak harika. Fakat karanlık tarafın bu ağlardaki etkinliğine geleneksel dünyadaki hukuk, regülasyon gibi kapı bekçileri cevap veremiyor. Hem gençler kadar hızlı değişemiyorlar, hem de artık deplasmandalar. Dünya yenilikçilerin dünyası. Bu da dünyanın her tarafında gençlerle gelenekselcilerin farklılaşmasına sebep oluyor. Gençleri bilinmezleri keşfetmeye mobilize eden ülkeler kazanıyor, etmeyenler savunmasız kalıyor.
Üzerinde daha çok durulması gereken bilinmezliklerin başında gelenlerden biri CRISPR. Biyoteknolojinin büyük umut vadeden çıktılarından CRISPR, Mars’a gitmeye benziyor. Doğal kaynaklardan insan ırkının devamlılığına kadar birçok faydası olabilir. Fakat aynı zamanda henüz gitmediğimiz için bir bilinmez. Bu bilinmezliğin getirdiği birçok risk ve muhtemelen tehlike var. Üstelik konu sağlık olunca, bileşenleri ve etkileşimleri daha iyi anlamak ve takip etmek daha da önemli hale geliyor. Yoksa ağlar bize bir “salgın” ile geri dönebiliyor. CRISPR da böyle altını kazımamız gereken bir alan. Bu konuyu, alanın uzmanı Dr. Cihan Taştan’dan dinlemek en doğrusu.
Cihan Taştan:
Ay’ın kendi ekseni etrafındaki dönüş hızı ve dünyanın etrafındaki dönüş hızı aynı olduğu için dünyanın neresinden gökyüzüne bakarsak bakalım hep aynı simasını görürüz. Yüzyıllardır şairler ve yazarlar Ay hakkında sonu gelmez şiirler ve hikâyeler yazdılar. Ancak her zaman gökyüzünde görebildikleri yüzü hakkında… Bilim insanları ise gelişen teknoloji imkânları ve bilim ile artık Ay’ın karanlık yüzü hakkında daha çok bilgiye sahipler. Hatta artık o göremediğimiz karanlık bölgelere doğru seyahatler düzenliyorlar. Bu benzetmede anlatıldığı gibi, 2012 yılı gibi sadece bilim dünyasında değil, neredeyse her meraklı evin içeresinde tartışılan CRISPR gen mühendisliği teknolojisi de neredeyse bir Ay gibi umut ışığı yayıyor.
Tarih boyunca “tedavi edilmesi imkânsız” sanılan binlerce genetik hastalıktan şikâyetçi 65 milyondan fazla hasta insan artık kendi genetiklerini bir defada düzeltip hayatlarını kurtarabilecek bir umut ışığına sahipler. Hasta yakınları CRISPR bilgisiyle donanmış halde “biz hazırız, ilkin bizim üzerimizde deneyebilirsiniz” gibi mesajlar atıyorlar. Sadece tıp değil; tarım, hayvancılık, besin ve nefes alan diğer tüm canlılar bir şekilde CRISPR gen mühendisliği tezgâhından hızla geçiyorlar. 2020 yılı itibariyle yani sadece 10 yıllık kısa bir dönemde dünyada 6-7 binden fazla bilimsel çalışma yayınlanarak yüzlerce organizmanın genetiği bu yöntemle değiştirildi.
Her şey belki toz pembe, belki bir umut ışığı gibi, Ay’ın parlak yüzüne bakıp yazdığımız güzel hikâyeler gibi ilerlese de bir anda dünya CRISPR ile genetiği değiştirilmiş Nana ve Lulu bebekleri duyarak güne uyandı. Bir anda bütün akademik dünya ve halk, genetik mühendisliğinin önü alınamayacak bir hızla her yere sirayet ettiğinin farkına vardı. Bazıları “haddinizi aşıyorsunuz” darken; bazıları ise “yıllardır hayal ettiğimiz fikirleri gerçekleştirebilecek yegâne keşif yapıldı” mutluluğuyla fikirlerini beyan ediyorlar. CRISPR gen mühendisliği artık Ay’ın parlak yüzü olduğu gibi keşfedilmemiş karanlık yüzü misali tartışılmayı bekliyor. Gün geçtikçe yeni ülkeler yasalarını CRISPR gen mühendisliği perspektifinde revize ediyorlar. Günümüzde rekombinant DNA teknolojisine dayalı ürünlere ait yasal düzenlemelerin CRISPR-Cas teknolojisi için de geçerli olup olmayacağı tartışma konusu. Özellikle karşılaşılan endişelerden bazıları; düzenlenen DNA dizilerinin ve amplifikasyon ya da dizileme analizlerindeki hatalar nedeniyle gözden kaçması, CRISPR tespit edici ve doğrulama deneylerinin tekrarlanabilirliğinin düşük olması, DNA dizilerindeki deneysel varyasyonlar, farklı uzunluktaki ekleme çıkarmaların hizalanmasındaki tutarsızlıklar ve bunların sonucunda oluşan karmaşık problemlerdir.
Avrupa’da ise, Ekim 2016’da, Fransız Devlet Konseyi, Avrupa Adalet Divanına, CRISPR-Cas ve diğer benzer teknolojilerin AB GDO mevzuatı kapsamında değerlendirilip değerlendirilmemesi gerektiğine dair bilgi isteminde bulunmuştu. Avrupa Adalet Divanı da, 25 Temmuz 2018’de CRISPR da dâhil bu teknolojilerin, 2001/18 sayılı kararnameye dâhil edilerek, genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) olarak kabul edileceğini belirten bir karar vermişti. Bu hususta tartışmalar hala devam ediyor. Avustralya, Japonya, Norveç, İsrail, Arjantin, Brezilya ve diğer bazı ülkelerde gen düzenleme olarak bilinen CRISPR-Cas9 teknolojisi kullanılarak elde edilen ürünlerin risk değerlendirmeleri yasal mevzuata tabii tutuluyor.
Hem 2016 hem de 2017’de genom düzenleme, ABD İstihbarat Topluluğunun yıllık Dünya Çapında Tehdit Değerlendirmesine girdi. (Güncelleme: 2019 Tehdit Değerlendirmesinde de listelenmiştir). Biyoteknolojinin en umut verici modern gelişmelerinden biri, şimdi ABD ulusal güvenliği için bir tehlike olarak kabul edildi – iki yıl sonra tekrar listeden çıkarıldı. Bunların hepsi şu soruyu gündeme getiriyor: genom düzenleme tam olarak nedir ve ne yapabilir?
Genom düzenleme araştırmalarının önemli bir yüzdesi genetik hastalıkların ortadan kaldırılmasına odaklanmaktadır. Bununla birlikte, CRISPR gibi araçlarla, daha virülant ve daha bulaşıcı hale getirmek için bir patojenin DNA’sını değiştirmek de mümkün olabilir. Diğer potansiyel kullanımlar arasında “katil sivrisinekler” ve hatta insanların DNA’sına sızan virüsler oluşturulması olabilir (Kirsten Gronlund, 2018, A Conversation with Dr. Piers Millett). Ancak genom düzenleme, nükleer silahlar ve siber saldırı gibi küresel tehditler arasında bir yeri hak ediyor mu? Bilim dünyasının çoğuna göre, bu görüş aşırı tepki gibi geliyor. Bunlar arasında, çalışmalarını biyoteknoloji ve biyo-savaş üzerine yoğunlaşan bir bilim politikacısı ve uluslararası güvenlik uzmanı olan Dr. Piers Millett de var (Kirsten Gronlund, 2018, A Conversation with Dr. Piers Millett).
Dolayısıyla biyolojik savaş bir tehdit olmaya devam ediyor ve CRISPR genom düzenleme teknolojisinin varsayımsal olarak tırmanabileceği bir tehdit olarak gözükebilir. Genom düzenleme teknolojileri, Ay’ın parlak, şiirler yazdığımız ve gördüğümüz yüzü ve karanlık yüzü olduğu gibi “çift kullanımlı” olarak bilinen bir araştırma ve teknoloji kategorisi aslında. Atom teknolojileri gibi… Hem yararlı gelişmeler hem de zararlı yanlış kullanım potansiyeli gelecekte var olabilir. Dr. Millett de bu durumu şöyle özetliyor: “Genom düzenleme teknolojileri, bir şeyler yapmanıza olanak tanır, bu nedenle bunun olumlu ya da olumsuz bir şey olup olmadığını belirleyen kullanıcının amacıdır”. Dileriz ki hem bilim dünyası hem de biyoendüstri Ay’ın o parlak ve etkileyici güzel yüzüne odaklanmış kalır.