Dünya Sağlık Örgütü, ‘sağlığı bozacak ölçüde vücutta yağ birikmesi’ olarak tanımlıyor obeziteyi. ‘Vücutta aşırı yağ birikmesi’ni atın, yerine ‘internette zaman geçirmenin dijital sonuçları’ ifadesini ekleyin – oldu size dijital obezite.
Ne gibi sonuçlar derseniz, bir podcast önerisiyle birlikte cevaplayabilirim: Can Öz ve Ümit Alan’ın bizleri yeni medyayla olan imtihanımızı anlamaya çağırdıkları podcast’leri Yeni Medya 451. Podcast’i dinlerken öğrendiğime göre, birçoğumuz bilinçli veya bilinçsiz olarak çeşitli yeni medya rahatsızlıklarına sahibiz.
Mesela, nomofobi. “Ya telefonumla olan bağlantım kesilirse?” korkusu, kabul edelim hepimizde var. Hani o, şarjınızın durumunu gösteren pil simgesinin kırmızıya dönüştüğü anda yaşadığınız tarifsiz telaş, tam olarak ondan bahsediyorum. Ya da ego sörfü. İnsanın kendi adını internette araması, profiline veya paylaştığı fotoğraflara uzun uzun bakması. Hatta kendi paylaşımlarını beğenmesi veya kendi kendini etiketlemesi! Bir diğeri, photolurking. Sosyal medya platformlarında başkalarının fotoğraflarına saatlerce bakarak zaman geçirmek ve bunu sürekli yapmaktan kendini alamama hali. Siberhondrik, hasta olduğunu düşünen birinin, hastalık belirtilerini internette arayarak kendine teşhis koyması durumu. İşin fiziksel boyutuna daha yakın tarafında ise, örneğin karşımıza Mouse/Klavye Hastalığı çıkıyor; bilgisayar başında aşırı mouse ve klavye kullanımından dolayı sürekli tekrarlanan el hareketlerinin sinir, tendon, kas ve diğer dokularda deformasyon oluşturması. Liste uzayıp gidiyor.
Peki niye tüm bu sonuçlar dijital ‘obezite’ başlığı altında toplanıyor? Çünkü kendi başına obezitenin belli başlı özellikleri, dijital obezite kavramının temelinde yatan unsurlarla benzeşiyor: Çağımızın en yaygın rahatsızlıklarından biri olması, ‘vücuda’ (konu dijital obezite olunca ‘zihne’) yakabileceği veya kullanabileceğinden (işleyebileceği) fazla kalori (bilgi, bildirim vs.) almanın sonucunda ortaya çıkması; uyku problemleri, genel anlamda yorgunluk, eklem ve sırt ağrıları gibi sorunlara yol açması ve belki de en önemlilerden biri, psikolojik etkisi (olumsuz benlik algısı, öz değer kaybı, hatta bazı örneklerde depresyon).
Ne mi söylemeye çalışıyorum? Aşırılıktan uzaklaşıp dengeye gelmeliyiz. Fakat burada çok önemli bir nokta var: Nasıl ki obezitenin tedavisi yemek yemeyi hepten bırakmak değil, dengeli beslenme alışkanlığı kazanma, dijital obezitenin de çözümü dijital ile olan bağlantıyı hepten kesmek değil, dijitali doğru miktarda ve yapıcı amaçlar için kullanmak. Teknolojinin var olma sebeplerinden birinin insan hayatını daha ileriye taşımak olduğunu unutmadan. Sürdürülebilir olan bu.
We Are Social ve Hootsuite’in Ocak ayında yayımlanan ‘Digital 2020’ raporunun çok ilginç sonuçları var. Rapora göre,
- Dünya çapında 4.5 milyar kişi internet kullanıyor, bu küresel nüfusun yüzde 59’una denk geliyor. Türkiye’de ise 62.7 milyon internet kullanıcısı var.
- Tipik bir kullanıcı, uyanık olduğu zamanın yüzde 40’ından fazlasını internette geçiriyor ve 2020’de insanlık hep birlikte toplam 1.25 milyar yılını internet kullanarak geçirmiş olacak.
- Dünya ortalamasına bakıldığında kullanıcıların internette geçirdiği günlük süre 6 saat 43 dakika. Türkiye’de ise internette günde ortalama 7 saat 29 dakika geçiriliyor.
- Küresel ortalamalara göre bir kişi günde ortalama 2 saat 24 dakikasını sosyal medyada harcıyor.
Sayılar epey fazla, değil mi? Aslında şunun farkındalığına sahip olalım istiyorum, geçirdiğimiz bu saatlerin ne kadarını bize bir anlamda katkı sağlayacak yönde değerlendiriyoruz? Bu arada katkı sağlamak derken, illa yeni bilgiler öğrenmekten, makaleler okumaktan, öğretici videolar izlemekten söz etmiyorum. Benim burada ‘katkı sağlama’ ölçütüm, bir şekilde bize iyi gelmesi, iyi hissettirmesi. Tabii burada da, kısa süreli ve uzun vadeli iyi hissetme hallerinin farkını görebilmek gerekiyor. Sevdiğiniz biriyle tartıştıktan sonra sosyal medyaya sarılıp fotoğraflarınıza gelen beğenilerle teselli bulmaktan ve bu şekilde iyi hissetmekten bahsetmiyorum örneğin. Bu yüzden kendimize sormalıyız, internette geçirdiğimiz sürenin ne kadarı bize kendimizi yetersiz hissettiriyor, özgüvenimizi sarsıyor, kendimizi başkalarıyla kıyaslamamıza sebep oluyor veya gerçek bile olmayan haberlerle günümüzün gidişatını olumsuz yönde etkiliyor? Kısaca, nicelik değil nitelik önemli…
Dijital detoks güzel, ama sürdürülebilir bir çözüm olduğuna inanmıyorum. Kalıcı, dengeli bir dijital etkileşim modelimiz olmalı. Bunun için de, seçmemiz lazım. Neyi sistemimize alacağımızı filtrelememiz, önceliklendirmemiz gerek. (Yazının bu bölümünde ilhamım sevgili Cem Leon Menase’nin ‘“Girdi Akışı” ve Önceliklendirme’ adlı yazısından.) Bu anlamda günümüzün en önemli becerilerinden birinin dijital medya okuryazarlığı olduğuna inanıyorum. Öğrenecek çok şey var, öğrenmek hiç bitmesin zaten…
İrem Bali