Geçen hafta yaşanan olaylar, 2020’de bu köşede yaptığımız tartışmaların adeta bir film şeridi gibi gözümüzün önünden geçmesine sebep oldu. Önce ABD Başkanı Donald Trump’ın sosyal medyadan yaptığı çağrıya uyan kurt adam güruhu Senato binasını işgal etti. Çatışmalarda beş kişi hayatını kaybetti. Bunun üzerine, belli başlı Amerikan sosyal medya platformları Trump’ın hesabını kapattı. Sosyal medya şirketlerinin hiçbir idari ya da adli organa danışmadan verdikleri bu karara karşı en büyük tepki ise Almanya Başbakanı Angela Merkel’den geldi.
Yine aynı hafta içinde sosyal medya, WhatsApp’a tepki ile sarsıldı. Akıllı telefonu olan herkesin kullandığı mesajlaşma uygulaması, yayınladığı yeni kullanıcı sözleşmesinde artık kullanıcılara dair mesajların içeriği dışındaki verileri, WhatsApp’ın sahibi olan Facebook ile paylaşacağını açıkladı. Sözleşmeyi kabul etmezseniz artık WhatsApp kullanamıyorsunuz. WhatsApp bu verileri zaten 2014 yılında Facebook tarafından 19 milyar dolara satın alındığından beri Facebook sistemine fiilen aktarıyor. Böylece Facebook sadece kimlerle fotoğrafınız olduğunu, kimlerle yazıştığınızı, kimleri beğendiğinizi değil; kiminle saat kaçta mesajlaştığınızı da bilerek reklam verenlere daha iyi bir hedefleme hizmeti sunuyor. Hatta bu nedenle 2016’da Avrupa Birliği’nden de 110 milyon Euro ceza yemişti. Şimdi bu durum resmiyete dökülünce infial oluştu.
Düzenlemelerde bir ittifakın içinde yer almalıyız
Bu arada, Facebook/WhatsApp’ın aynı veri paylaşımı hükümlerini AB’de uygulamayacağı anlaşılınca Türkiye’deki tepki arttı. Peki neden Facebook AB’ye ayrı Türkiye’ye ayrı muamele yapıyor? Nedeni basit; AB büyük bir ittifak, ekonomik ve siyasi gücü yüksek. Türkiye ise hem dünya ekonomisinin hem de dünya nüfusunun sadece yüzde 1’i. Facebook’ta kullanıcı sayımız ilk 10’da desek de Facebook’un Türkiye’den kullanıcı başına geliri ABD’nin 10-15’te biri. AB içinde olmasalar da AB nezdinde kişisel verilerin transferi açısından güvenli ülke statüsünde olan ülkeler var. Mesela Japonya, Yeni Zelanda, Arjantin ya da İsrail. Bu ülkeler Facebook’a karşı masaya otururken AB’nin gücünü kullanabiliyor, biz ise kullanamıyoruz. Hatta son zamanlarda Avrupa’nın bu alandaki uluslararası sözleşmelerini de uygulamadığımız için elimiz zayıflıyor. AB yeni çıkardığı düzenlemelerle hem kendi çevresindeki ülkelerden oluşan veri ekosisteminde hem de dünyada internet işlerinin standartlarını belirliyor. Mesela artık sosyal medya platformları AB nezdinde de temsilci tayin etmek zorunda olacak. İşte bu gücün sonucu olarak Merkel dijital faşizme karşı ayar verebiliyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra nasıl Sovyet tehdidine karşı NATO’ya girdiysek, bugün de dijital ekonominin sınırları yeniden çizilirken aynı değerleri paylaştığımız bir ittifakın içinde yer almamız lazım.
Dijital ekonomide tek başımıza kaldığımız zaman düzenlemelerimizi de ancak kendi internet şirketlerimize uygulayabiliyoruz. Mesela Ticaret Bakanlığı’nın emlakçı ve galericilerin yetki belgelerini denetlemek için internet platformlarına çıkardığı yükümlülük, yerli internet şirketleri için geçerli, Facebook Marketplace için değil. Yarın Facebook sosyal ticarete başladığında, mesela WhatsApp üzerinden sipariş verip parasını ödeyebildiğinizde, eğer Merkez Bankası’nın mevcut düzenleme taslakları geçerli olursa bu işin pazar yeri adı altında ödeme lisansı alınmadan yapılabilmesi söz konusu. Oysa Avrupa Birliği’nde böyle değil. Bu arada, tüm dünyada Facebook ve Google’a karşı çıkarılan dijital hizmet vergisini biz Türkiye’de iş kurup vergi veren e-ticaret şirketlerine de uyguluyoruz. Regülasyonlardaki belirsizlik yüzünden Türkiye’den çıkan en başarılı internet girişimleri, pazarı Türkiye değil dünya olan oyun girişimleri. Bütün internet girişimlerimiz oyuncular kadar başarılı olsun istiyorsak dijital ekonomiye dair düzenlemelerimizi uluslararası ittifaklar ve standartlar içinde yapmamız lazım.
Bu yazı alıntıdır.