Kavramlar canlı organizmalar gibi evrim geçirir. Bazılarının anlamı zamanla değişir, hatta bazıları hayatta kalamaz ve yok olur. Eğer doğal seleksiyonlara bugünlere kadar gelmiş bir sözcük, özellikle teknik bir terim varsa mutlaka bir işlevi yerine getiriyordur. Kavramların evrimsel gelişimine vakıf olarak doğru şekilde, doğru yerde kullanmak, mitoz ve mayoz bölünmeler şeklinde dili zenginleştirmek için bize fırsat verir. İnovasyon da kuşkusuz tarih boyunca semantik olarak dönüşüme uğrayarak bugünlere geldi. Halen yaşadığına göre “yaratıcılık”, “icat”, “teknoloji”, “bilim” ve “keşif” gibi benzer kavramlardan fazlasını anlatıyor demektir. Bu kavramların bazıları arasında ciddi bir epistemolojik fark var. Örneğin teknoloji sonuçtur. İnovasyon hem süreç hem sonuçtur. Meraklılarına “inovasyon felsefesi” ve “teknoloji felsefesi” okumaları öneririm. İnovasyon yaratıcılık gibi sadece zihinsel (cognitive) bir yetkinlik değil “yönetim” biliminin bir alt dalı ve disiplinler arası çalışılan bir alandır. İnovasyon komplike metotları ve modelleri olan, birçok sürecin ve sistemin yönetilmesini gerektiren bir uzmanlık sahasıdır. Örneğin “Yaratıcılık Yönetimi” olmaz ya da “İcat Uzmanı” yoktur. Kurumların inovatif olabilmeleri için çeşitli sistemleri tasarlamaları, etkin olarak yönetmeleri ve sürekli geliştirmeleri gerekir. “İnovasyon Yönetimi” insanlığın ihtiyaçlarına ve ekonomik/teknolojik ilerlemelere göre tarihsel bir gelişim yaşamış ve bugün 4.0 aşamasına gelmiştir:
– İnovasyon 1.0: Teknoloji odaklı yenilik (tecnology push)
Sanayi devrimi ile ölçek ekonomisine geçildi. İnsanların temel ihtiyaçları dahi giderilmediği için üretilen her şeyi satın almaya hazır milyonlar vardı. Dolayısıyla bu koşullarda rekabet avantajı, üretim teknolojilerini hızlı bir şekilde hayata geçirerek büyük volümlerde üretmekten geliyordu. Hatta bir rekabetin olduğunu dahi söylemek mümkün değildi. Üreticiler az, arz kısıtlı ve talep fazlaydı. İmal edilen her ürün kolaylıkla satılıyordu. Dolayısıyla Ar-Ge departmanları güçlüydü çünkü yeni ürünün ne olacağına onlar karar veriyordu. 1960‘lı yıllara kadar durum böyle devam etti.
– İnovasyon 2.0: Pazar odaklı yenilik (market pull)
Yeni üreticiler pazara girdikçe rekabet kızışmaya başladı. Teknolojinin ilerlemesi pazara giriş bariyerlerini düşürdü. Alternatif üreticiler artıkça farklılaşma ihtiyacı ortaya çıktı. Bir cam bardağı ya da porselen tabağı üreten 5 firma varsa ve hepsinin ürünü neredeyse aynıysa müşterinin seçmesi için bir nedeni olması gerekiyordu. Dolayısıyla müşteriyi cezbetmek için Pazarlama departmanları kuruldu. Kurum içinde güç ilişkileri değişmeye başladı. Ar-Ge otoritesini Pazarlama ile paylaşmaya başladı. Hatta Pazarlama ekipleri müşteri istek ve ihtiyaçlarını analiz eden ileri teknikler kullanarak kullandıkça Ar-Ge’den de güçlü bir konuma geldi. Artık neyin üretilmesi gerektiğine Pazarlama karar veriyordu.
– İnovasyon 3.0: Açık inovasyon (Open innovation)
Teknoloji eksponansiyel olarak geliştikçe şirketlerin tüm teknolojilerde uzmanlaşması imkânsız bir hal aldı. Dolayısıyla inovasyonun sadece kurum içi kaynaklar ve ekipler yerine dış paydaşlarla da yapılması gerekliliği ortaya çıktı. Startuplar, kuluçkalar, üniversiteler ve sair aktörler inovasyon süreçlerinin parçası olmaya başladı. Kolektif yaratım (co-creation) ve geliştirme (co-development) süreçlerinin ne kadar etkin yönetilip yönetilmediği rekabet gücünü tayin ediyordu. Ar-Ge’nin yerini, Pazarlama’nın karşısını İnovasyon aldı. İnovasyon departmanları sadece kurum için ekipleri değil tüm ekosistemi orkestra eder oldular.
– İnovasyon 4.0: Yeşil inovasyon
Nitelikli eğitim, globalleşme, şeffaflık, katılım ve demokrasi gibi unsurların güçlenmesi ve yeni kuşakların yeni kültürler yaratması ile bu “yeni müşteri” tipi, sadece tüketim eğilimleri analiz edilen, istekleri tahmin edilen bir kitle yerine bizatihi kullanacağı ürün ya da hizmeti tasarlayan, geliştiren hatta kullandıktan sonra geri dönüşümü gibi yolculuğun tüm aşamalarında yer alan paydaşlar olmak istedi. Kolektif inovasyon (co-innovation) süreçlerinin en önemli bazı parametreleri; anlam, minimalizm, yalınlık, toplumsal sorumluluk ve sürdürülebilirlik. Tüm bu parametreleri kavrayıp sentezleyebilmek için determinist modeller yetmez, felsefeye de ihtiyaç var. “Yeşil” benim betimlemem. Bu devri en iyi anlatan renk sizce de yeşil değil mi?
Bu yazı alıntıdır.