Bavulun altına tekerlek takmayı, aya ayak bastıktan sonra akıl etmiş olmamız ilginç değil mi? Bunun arkasında muhakkak bazı sebepler olmalı. Gelin bu hafta inovasyon konusunda en sık rastladığım beş tuzağı konuşalım.
MİYOPLUK. Büyük ve iddialı hedeflere koşmak elbette gerekli. Ancak, uzağa çok odaklanınca yakınımızı göremiyor ve hayatı kolaylaştırabilen adımları ıskalayabiliyoruz. Üstelik bunun için her zaman yeni teknoloji geliştirmek zorunda değiliz. Eldeki kaynakları farklı bir bakış açısıyla değerlendirmek yetebiliyor. Bunun etkili bir yolu kitleleri seferber etmek (crowdsourcing).
AT GÖZLÜĞÜ. Dar bir pencereden bakıp yeniliği sadece bir teknoloji meselesi olarak görüyorsanız, geçmiş olsun. Zira, kullanıcı deneyimini zenginleştirmek ve iş yapış süreçlerini kolaylaştırmak bir o kadar değerli. Örneğin Starbucks, kahvesi kadar sunduğu çalışma ortamıyla, Zoom ise bağlantı özellikleri kadar sade ara yüzüyle öne çıktı ve ‘teknik’ olarak benzer seviyedeki rakiplerini aştı. İşte bu yüzden hangi alanlarda yeniliğe odaklanacağınızı düşünürken, tüm süreçlerinizi düşünmenizi öneririm.
ÇİN SEDDİ. Kişisel bilgisayar, fare (mouse), masaüstü grafik ara yüz (ikonlar, tıklama, pencereler) ve etherneti hangi şirketin icat ettiğini düşünürsünüz? Cevap, yazılım, donanım veya internet sektörünün trilyon dolar değerdeki isimleri değil: Xerox. 1979 yılında, firmanın yöneticileri bu buluşları pek önemsemezken, 24 yaşındaki Steve Jobs bunu fark eder (‘Ellerinde ne olduğu hakkında hiçbir fikirleri yoktu’) ve hayli ucuz bir bedel karşılığında şirketle işbirliğine gider. Xerox’un duvarlar arasına hapsettiği potansiyeli Apple başarıya değerlendirir. Kıssadan hisse: yeniliği geliştiren ekip, bunu müşteriye sunan takım ve şirketi yöneten kadro arasında ki duvarlar, ilerlemenin semeresini azaltır.
KONFOR. Ürünlerimiz, pazarlama tekniklerimiz, iş yapış şeklimiz yıllardır aynıysa, kendimize ‘acaba kısık ateşte ağır ağır haşlandığını fark etmeyen bir kurbağa mıyım?’ diye sormalıyız. ‘Bozuk olmayan şeyi tamir edelim’ demiyorum; nitekim yılların birikimi iş dünyası açısından önemli. Fakat belirli aralıklarla kendimizi sorgulamak şart; zira ‘konfor çürütür’. Geçen hafta Şeb-i Arus’ta andığımız Hz. Mevlana’nın vecizesini hatırlamakta yarar var: ‘Dünle beraber gitti, cancağızım/ Ne kadar söz varsa düne ait/ Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.’
KORKU. Henüz harekete geçmeden bazı adımları imkânsız zannediyoruz. Üstelik bunların müthiş yenilikler olması şart değil: paket servise başlayalım mı, e-faturaya geçelim mi, yurt dışına açılalım mı? Ama ilk adımı atınca, bunların (ve fazlasının) gayet mümkün olduğunu hayretle görüyoruz. Bu konuda, insanlığın uçma ve uzay macerası ilham verici. Geçen yüzyılın başında doğan biri 7 yaşındayken uçmak, efsanelere konu olan hayallerden ve asırlar süren başarısız denemelerden ibaretti. Nitekim dönemin bilimsel otoritesi Lord Kelvin gayet net konuşmuştu: ‘havadan daha ağır makinelerin uçması imkânsızdır’. Halbuki aynı kişi 70’ine varmadan, aya gidilmişti (‘Yedisinde neyse yetmişinde de o’ ifadesi teknik ilerleme için geçerli olmasa gerek!). Ne zaman erişilemez bulduğumuz bir hedefle karşılaşırsak, insanlığın bu müthiş sıçramasını hatırlayalım ve ilham almak için ‘göğe bakalım’.
Bu yazı alıntıdır.