Taş devri duyguları, orta çağ kurumları ve tanrısal teknolojiyle bir StarWars medeniyeti yarattık. Ama çuvalladık. Şimdi, varoluşumuza yönelik bir tehlike karşısında şaşkınlık içindeyiz. E. O. Wilson
Dünya üzerinde bugün uğraştığımız tüm sorunların odağında insanın kendisi var.
Tüketim güdüsü, gelişen teknoloji, mega-şehirleşme ile bireyler olarak geldiğimiz duruma durup bir bakmamız gerekiyor.
Tercihlerimizi ve tercihlerimizin dünyaya ve insanlığa etkisini düşünmemizde fayda var.
İnsan sadece doğaya, çevreye, hayvanlara ve gezegene hızla zarar vermekle kalmadı, kendine de büyük zararlar verdi.
Tüketim mutluluk mudur?
Küresel ısınma ve iklim krizi ile bağlantılı bugün yaşadığımız pek çok sorun endüstri devriminden bu yana, fosil yakıtların kullanımıyla değişen üretim modelleri ve bunun tetiklediği tüketim modellerinden kaynaklanıyor.
Bu üretim modelleri, gezegeni hızla tüketirken aslında tüketim pratiklerini de değiştirerek, insan hayatını da derinden değiştirdi.
Fark etmeden, gün geçtikçe izlediği filmden, okuduğu kitaptan zevk almayan, yaşadığı alanı benimseyemeyen, anda olmayı başaramayan, verimi potansiyelinden daha düşük bireyler haline geliyoruz.
Hayatımızın her alanına etki eden bu karmaşa, bizim kısa süreli de olsa tatmin olmamızı sağlayacak şeylere yönelik arayışımızı şiddetlendiriyor.
Dürtüsel tüketim dediğimiz ihtiyacımız olmayan bir şeye sahip olma isteği, tam da bu çelişkiden besleniyor.
Amaç kısa süreli bir tatmin olduğu için, ihtiyaçlarımızın gerçekliğinden emin olamıyoruz.
İhtiyacımız olmayan, hiçbir zaman kullanmayacağımız şeyleri alarak kendimizi kısa süreli tatmin ediyoruz.
İşin öbür yüzünde ise, bir ürün satın alındığında; o ürünün yapılması, taşınması, kullanılması ve nihayetinde yok edilmesinden kaynaklanacak ve tüm gezegeni etkileyecek bir dizi problem ortaya çıkıyor.
Karbon emisyonu, plastik kirliliği, su tüketimi bunların başında geliyor.
Tek bir tişört aldığınızda neler olduğunu biliyor musunuz?
Gelin, bir t-shirt aldığınızda bunun arka tarafta ne gibi etkileri oluyor, bir bakalım.
Bakın, dünyadaki toplam su rezervinin yüzde 99,5’i içilebilir su değil! 1 milyardan fazla insan hala temiz suya erişemiyor. 2 milyardan fazla insan yüksek su stresi yaşayan ülkelerde yaşıyor.
Geleneksel pamuktan tek bir tişört üretmek için ise tam 2.700 litre su gerekiyor. Ve tek bir jean için gereken miktar ise 7.570 litre. Yani, toplamda 10 tondan fazla su!
Moda ve giyim endüstrisi, dünyadaki su kaynaklarının en büyük ikinci tüketicisi. Uçuşlar ve deniz taşımacılığından daha fazla emisyon yaratıyor. En önemli plastik kirleticilerinden….
Hızlı moda, neredeyse tek kullanımlık giysiler yaratıyor. Ürünlerin ömrü önemli ölçüde azalıyor. Bu nedenle, tüm tekstil ürünlerinin ’i çöplüğe gidiyor ve çoğunlukla yakılıyor.
Maalesef daha da fazlası var: Tekstil ürünlerinin yıkanmasıyla, her yıl okyanusa 500.000 ton mikro-fiber yayılıyor. Bu, 50 milyar plastik şişeye eşdeğer bir plastik kirliliği anlamına geliyor. Her yıl, 50 milyar plastik şişe…
(Plastikten bahsetmişken, Pasifik’te 3,4 milyon kilometrekare genişliğinde 7 milyon ton ağırlığında bir plastik kıta var. Bugün neredeyse Avustralya’nın yarısı büyüklüğünde olan bu 7. kıta gün geçtikçe de büyüyor.)
Peki, o her tarafa saçılan mikro-plastikler ne oluyor? Yiyoruz!
Her hafta vücudumuza giren (yediğimiz) mikro-plastik oranı 5mg. Yani her hafta 1 kredi kartı yiyoruz.
Madem yiyeceklerimize geldik, şunu da söyleyelim.
Her yıl çöpe giden ya da ziyan olan yemek miktarı 1,3 milyar ton. Bu, tüm dünyada üretilen yiyeceğin 3’te 1’i. Ekonomik değeri 1 trilyon dolar. Dünyada 1,5 milyar kişi fazla kilolu veya obez, 1 milyardan fazla kişi ise açlık sınırında.
Bundan daha büyük bir çelişki ve adaletsizlik gördünüz mü?
Bugün geldiğimiz noktada, iklim ve çevre krizinden değil aslında insanlık krizinden bahsediyoruz.
Dünya’daki yaşam insanlarla sınırlı değil!
Dünya 4.5 milyar yaşında, modern insan 200.000 yıl önce evrimleşti, ilk uygarlık 6.000 yıl önce kuruldu, endüstri devrimi ise sadece 200 yıl önce gerçekleşti.
200 yılda geldiğimiz hale bir bakın!
Modernleşme ve kentleşme daha fazlasını istemenin; bunun için ne pahasına olursa olsun daha fazla kazanmanın ve böylece daha fazla tüketmenin kisvesi oldu.
Üstüne, mutlu ve iyi olma hali de tüketime endeksli hale geldi.
Globalleşme ve yeni çağ medyası bunu görselleştirdi ve gözler önüne serdi.
Daha iyi arabalarda, daha iyi evlerde, tatillerde, fantastik sofralarda, lüks markalar dünyasında aradık bu mutlu ve iyi olma hallerini.
İşte trajedi:
Başkalarında gördüğümüz kadar ulaşamadıysak bunlara; yılgın, yenilmiş ve kötü hissettik kendimizi.
Onun için daha çok almak, daha çok yemek, daha çok gezmek, daha çok yapmak, yani her şeyi daha çok tüketmek üzerine bir amaç edindik.
Ama gerçekte tükenen yine kendimiz olduk!
Tüketim, sadece eşya veya mal alma konusu değil.
Zamanı, zihnimizi, dikkatimizi, enerjimizi, duygularımızı ve sonunda sağlığımızı bilinçsizce tüketiyoruz.
Sadeleşme bu noktada devreye giren, son derece pragmatik ve herkes için uygulanabilir bir kavram.
Kısaca, günlük yaşam pratiklerimizde, her şeyin sadece olması gerektiği kadar olması durumu.
Gereğinden az da değil, fazla da!
Sağlıklı ve sürdürülebilir bir seviyede; yani olması gerektiği kadar…
Basit çözüm nedir?
Tüketim modelimizi, alışveriş pratiklerimizi hızla ve radikal şekilde değiştirmek kolay değil.
Ancak, dönüştürmek mümkün. En uygulanabilir ve basit yöntem ise ‘ölçülü ve akılcı olmak’. Ve sadeleşmek.
Dürtüsel tüketim sonucunda ortaya çıkan bu tüketim çılgınlığının ve karmaşanın sadeleşerek, fazlalıklardan kurtularak azalabileceğini biliyoruz.
Çünkü sadece bugünümüzü değil, yarınlarımızı da düşünerek, hepimizin tüketim olgusuna çok daha “akıllı” bir şekilde yaklaşmamız gerekiyor.
Her alanda sadeleşmek hem bizler hem gelecek kuşaklar hem de dünyamız için oldukça önemli.
Hepimizin bu konuda sorumluluğu var.
Sadeleşmek bu noktada çok basit ama önemli bir adım.
Göreceksiniz, sadeleşmek için atacağınız basit adımlarla çok daha sağlıklı ve keyifli bir hayata da sahip olacaksınız.
Bu yazı alıntıdır.