Mobil oyun sektörü özellikle hypercasual, hybrid casual ve casual türlerini odağına alarak hem global olarak hem de ülkemizde hızla büyümeye devam ediyor. Hypercasual diğer türlere nispeten daha hızlı tüketilen bir türken, geliştiriciler ve yayıncılar oyuncuyu oyunda tutmak için daha zengin içeriğe ve mekaniklere sahip olan hybrid casual türünü tercih edebiliyorlar. Hypercasual türü mobilden önce de tam olarak bu şekilde tanımlanmasa da halihazırda var olan bir türdü, bu yüzden pazarda her zaman varlığını koruyacağını düşünüyorum. Diğer taraftan sürekli doğru metriklere ulaşmak için prototip geliştiren bir oyun firması winner bir oyun yakaladığında, bu başarının sürdürülebilirliğini sağlamak için, içeriği hem monetizasyon hem de retention açısından zenginleştirmek durumunda, bu da genellikle hypercasual oyunların hybrid türüne evrilmesiyle sonuçlanıyor. Bu süreçte karlılık açısından en mantıklı yol, doğru metriklere sahip bir oyundan maksimum faydayı sağlayabilmek. Aksi takdirde, oyun tek başına mevcut reklam geliriyle bir süre sonra hiç kar getirmeyen bir hal alacaktır. Örneğin; son zamanlarda sıklıkla oynadığım Space Colony adlı idle türünde bir oyuna her güncelleme geldiğinde yeni bir eğlence faktörü ya da yeni bir içerikle karşılaşıyorum, bu da oyuncu olarak beni her oyuna girişimde heyecanlandıran bir etken oluyor. Ancak hypercasual türünün pazardaki yerini tamamen kaybedip yerini casual ya da midcore gibi türlere bırakacağını düşünmüyorum, çünkü her tür pazarda kendi kullanıcısına ulaşıyor ve bu durum oyunun hayatımıza ilk girdiği günden bugüne hiç değişmedi.
Öne çıkmanın, başarıyı yakalamanın büyük çabalar gerektirdiği bu sektörde, eski bir girişimci ve şimdinin yatırımcısı olarak mevcut sektörü geçmişle karşılaştırdığımda şu anda oyun geliştirmenin çok daha erişilebilir ve kolay olduğunu düşünüyorum. Mobilden önce, bir oyun firması kurup, oyun geliştirebilmeniz için büyük bütçelerinizin ve büyük ekiplerinizin olması gerekiyordu. O dönemde trendleri genellikle Asya ve Amerika pazarından takip ediyorduk ve Türkiye’de bu koşullarda oyun geliştirmek neredeyse imkansızdı, bütçeye erişebilseniz bile yeteri kadar donanımlı bir ekip kuramazdınız çünkü sektöre dair yeterli know-how ülkemizde mevcut değildi, dolayısıyla insan kaynağı da yetersizdi. Hayatımıza mobilin girmesiyle birlikte, artık Udemy gibi eğitim platformları üzerinden dahi nasıl oyun geliştirebileceğinizi kısa sürede öğrenip 2-3 kişiden oluşan bir oyun stüdyosu kurabiliyorsunuz. Ayrıca, ben Türkiye’nin genlerinde bu yaratıcılığın zaten var olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden Peak Games, Gram Games, Rollic, Masomo gibi başarı örnekleri benim için sürpriz değil. Bu potansiyel halihazırda içimizdeydi ancak yeterli koşullar oluşmamıştı. İmkanlar ve şartlar erişilebilir olduğunda başarı da kaçınılmaz oldu.
Diğer taraftan rekabet ne kadar artıyor gibi görünse de, oyun firma sayısının bu kadar artış göstermesinin, başarılı exitlerin, ülke olarak global anlamda yakaladığımız başarının, aslında ekosistemi de beraberinde geliştirdiğini düşünüyorum. Başarılı bir exit yapmış bir oyun firmasından ayrılan bir ekip yeni bir oyun firması kurduğunda bu durum sektör adına da büyük değer yaratacaktır. Bununla birlikte rekabetin yerelde değil, globalde var olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden Türkiye’de rekabetin artışından söz etmektense, bir ekosistemin oluştuğundan ve bu ekosistemin mevcut yeteneklerle günden güne büyüyeceğini düşünüyorum.
Bir oyun girişimini, diğer dikey girişimlerinden ayıran en önemli faktör bir ürüne bağlı kalmadan sürekli yeniden deneme ve yeniden geliştirme fırsatlarının bulunması. Ekip eğer iyiyse, başarı muhakkak gelecektir. Ancak diğer dikeylerde ekip ne kadar güçlü olursa olsun, ürün pazarda tutunamazsa başarısızlıkla karşılaşılacaktır.
Yatırımcı olarak bir oyun girişimiyle görüştüğümüzde bizi en çok heyecanlandıran şey, ekibin inancı, tecrübesi ve vizyonu oluyor. Yatırımcı sunumu bize ulaştığında öncelikle ekibe, ekibin yol haritasına ve bunu nasıl anlattığına ve bunu yapma yetkinliklerinin var olup olmadığına bakıyoruz. Ürünlerinin metriklerden daha çok ekibin metrikleri nasıl yorumladığına, nasıl optimize etmeyi planladığına ve analitik düşünüp düşünemediğine bakıyoruz. Bizim için ekibin yaptığı işe inanması ve başarıya ulaşmak için geliştirdiği vizyon ürünün kendisinden çok daha fazla önem arz ediyor.
Bu yazı alıntıdır.