Dünyanın belli başlı ekonomilerinde işi uygun olanlar, yaklaşık iki aydır evden çalışıyor. Özellikle teknoloji işleri bütünüyle eve kaydı. Nitekim bu hafta Google ve Facebook evden çalışma uygulamasını yıl sonuna kadar, Twitter ise sonsuza kadar uzattığını açıkladı.
Oysa eskiden ofislere girip çıkarken imza atılırdı. Sonra kartlı turnikeler geldi. Son yıllarda turnikeler parmak izi ve retina taramayla çalışıyor. Böylece çalışanlar gerçekten çalışıyor mu çalışmıyor mu en yüksek teknolojiyle “denetlenmiş” oluyor. Korona salgını çıkınca, bu tip ofislerdeki yöneticilerin en büyük korkusu çalışanları evdeyken nasıl denetleyeceği oldu. Oysa çalışanın performansını fiziken görmeden ölçebilen, kimin ne değer sağladığını anlayabilen ve güven üzerine kurulu kültürü olan şirketler korona çalışma sistemine geçmekte zorlanmadı. Korona aslında çalışanını yaptığı iş ile motive edebilen ve edemeyen şirketler arasındaki farkı da ortaya çıkardı.
Türkiye’de teknoloji şirketlerini teknoloji geliştirme bölgelerinde (teknopark) veya ARGE merkezlerinde çalışmaya teşvik ediyoruz. Buralardan elde edilen vergi avantajları büyük. Ancak bu avantajları almak için çalışanlarınızın mutlaka fiziken teknoparkta veya ARGE merkezinde bulunması gerekiyor. Öyle ki, bir şirket ofisinin bir kısmını ARGE merkezi yaptığında burada çalışanların yemekhaneye giderken ayrı bir turnikeden geçmesi gerekiyor. En önemli kriter merkezin içinde ne kadar durduğunuz. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı mesela ARGE konunuzla ilgili yüksek lisans dersi alırsanız, burada zaman geçirmenize izin veriyor, ama ders verirseniz bu zamanda teşvikten faydalanamıyorsunuz.
Korona salgını çıkınca Bakanlık teknopark ve ARGE merkezlerinde fiziken çalışma zorunluluğunu iki aylığına kaldırdı. İki ayda bu zorunluluğun yapılan iş açısından hiçbir manası olmadığını gördük.
Teknopark modeli eski. Yasal çerçevesini 2001’de çıkarmıştık. O zamandan beri dünyada inovasyon yapma biçimi değişti. Teknopark modeli temel bilim araştırmaları ve mühendislik uygulamalarına dayalı, mühendislerin belli bir projeye odaklanıp oturup kapalı duvarlar ardında çalışıp ürün geliştirdiği şirketler için kurulmuştu. Oysa bugün dijital ekonomide şirketler “açık inovasyon” yapıyor. Açık inovasyon; yazılımla tasarım, finans, sağlık, enerji, ulaşım ve perakende gibi birçok farklı sektörün tecrübesini bir araya getirmek demek. Bu da hem birçok şirket arasında hem de bir şirketin içinde farklı disiplin ve tecrübelerden çalışanların tesadüfi karşılaşmalarına bağlı. İnovasyon yapma tarzı değiştikçe başarılı start-up şirketleri artık teknoparkları tercih etmez oldu. Artık şehir merkezlerindeki ofisler, Kolektif House gibi beraber çalışma alanları tercih ediliyor. Nitekim bizim 80 teknopark kurduğumuz dönemde, Fransızlar Paris’te Station F, İspanyollar Barselona’da 22Barcelona gibi beraber çalışma alanları ve inovasyon merkezleri kurarak Avrupa’nın start-up merkezi haline geldiler.
Korona salgını geçince, ofisin amacı güvenmediğin çalışanları gözetlemek değil, arada bir buluşup tesadüfi karşılaşma ve diyalogları arttırmak olacak. Çalışanlar belki iki gün evden (veya plajdan) 2 gün ofisten çalışacak, bir gün de ofise şöyle uğrayıp bir etkinliğe gidecek. O halde teknolojiye verilen teşviklerin denetimindeki kriter, fiziken bir mekânda bulunmak olmamalı. Google, Facebook ve Twitter’ın bütünüyle evden çalışma modeline geçtiği bir dünyada teknoparkta fiziken bulunma zorunluluğu sizce de komik değil mi? Teknopark teşvikleri 2023’te bitiyor. 2023’ten sonra bu teşvikleri mekandan bağımsız hale getirip, ülkemizin tamamını teknopark yapmalıyız.