COVİD-19 pandemisiyle birlikte aşı ve ilaç bulunana kadar sosyal ve ekonomik yaşamın yeniden organize edilmesi için çeşitli yöntemler üzerinde duruluyor. Aylarca insanları eve kapatıp ekonomiyi durdurmanın mümkün olmaması bir yana, daha ilk dalga geçmeden neredeyse tüm dünyada eşgüdümlü olarak okullar ve işyerleri yeniden açılmaya başladı. Bu süreci hızlandırmak, güveni sağlamak ve yeni bir dalgayı engellemek açısından da “doğal olarak” teknolojik çözümlere yüzümüzü dönüyoruz.
Burada “doğal olarak” kelimelerini tırnak içine aldım, çünkü 19. yüzyılda dahi bu tür salgınlara çözüm olarak takip sistemi kurmanın önemi biliniyordu ve buna uygun yeterli sayıda istihdam sağlanarak adımlar atılıyordu. Bu da aslında teknolojik çözümlere mahkum olmadığımızı gösteriyor ama içinden geçtiğimiz yoğun teknolojik dönüşüm döneminde alternatif yaklaşımlara kafa yormak ve kaynak ayırmak pek gündem olmuyor. Bunda teknoloji şirketlerinin gücünü ve etkisini de göz ardı etmemek gerekiyor.
Bu çözümler arasında bir yanda bilim insanlarına ve sağlık personeline yardımcı olmak amacıyla geliştirilen yapay zeka algoritmaları bulunuyor. Farklı ilaçların gelişmesi için önerilerde bulunan, yayınlanan onbinlerce bilimsel makale ve raporu analiz eden, verilen semptomlar üzerinden değerlendirme yapan sistemler hızlı şekilde geliştiriliyor. Diğer bir popüler çözümse sosyal ve ekonomik yaşamın yeniden canlanması için geliştirilen temas takip uygulamaları. Akıllı telefonlara indirilen bu uygulamalar hem sizin diğer insanlarla sosyal mesafeyi korumanıza yardımcı oluyor, uyarılarda bulunuyor hem de son 2 haftada görüştüğünüz bir kişide COVID-19 pozitif çıktığında sizi uyarıyor ve kendinizi izole etmenizi ve gerekirse doktorla görüşmenizi hatırlatıyor.
Bu çözümlerin önemli bir kısmının müşterisi kamu otoriteleri. Bazı ülkeler sokağa çıkmak için geliştirilen bir uygulamayı indirmeyi zorunlu kılarken diğerleri ise gönüllü olarak kullanılmasını teşvik ediyor. Bu uygulamaların bazılarının sadece sağlıkla ilgili veriler toplayıp kişisel tanımlama yapmaya engel olan bir yaklaşımla dizayn edildiği iddia edilirken bazıları indirenlerin telefonlarındaki birçok bilgiye erişim talebinde bulunuyor. Yine bazıları toplanan verileri bir merkezde toplarken diğerleri desentralize bir yöntem seçiyor. Hükümetlerin dışında Google ve Apple’ın iş birliğinde geliştirilen ve hem IOS hem de Android telefonların birbirleriyle iletişim kurmasını sağlayan ve desentralize olduğu iddia edilen uygulama da bazı ülkeler tarafından tercih ediliyor.
Ayrıca örneğin Oxford Üniversitesitesi’nde bir grup araştırmacı bu uygulamalardan toplanan verilerle sağlık kurumlarından gelen verileri birlikte işleyen ve hastaların arttığı bölgeleri belirleyip oradaki insanların mobilite verileriyle yayılımını tespit eden yapay zeka uygulamaları üzerinde çalışıyor. Bu sayede belirli bir bölgede virüsün yeniden görülmesi durumunda başka bölgelere yayılmasının engellenmesi hedefleniyor.
Bu tür merkezi girişimlerin yanı sıra çalışma yaşamında, işyerlerinde sosyal mesafenin uygulanması ve çalışanların iş sağlığı ve güvenliğini korumak amacıyla geliştirilen uygulamalar da var. Bunlar çalışan denetimini pekiştiren, evden çalışanların çalışıp çalışmadığını kontrol eden (kameralar açık olacak şartı) veya fabrikada insanların birbirleriyle sosyal mesafeyi korumasını hedefleyen (işçiler birbirlerine yaklaşırsa hem işçiyi hem idareyi uyaran, idarenin çalışanların hareketliliğinin haritasını çıkarabildiği) uygulamalar gündeme geliyor.
Tabii, bu tür uygulamalar hem insanların üzerindeki denetimi arttırdığı hem de kişisel verilerin güvenliği konusunda kaygılar yarattığı için alternatif modeller üzerinde çalışan inisiyatifler de bulunuyor. Örneğin, İsviçre’de şu an geliştirilen bir uygulamada çalışanlar uygulamayı indirdiğinde o gün işyerinde ve dışında ne kadar mesafe katettiklerinin ve kaç kişiyle ne kadar süre görüştüklerinin vb verisi toplanıyor ve sadece çalışanın telefonunda ve güvenli bir serverda saklanıyor. Üçüncü bir taraf bilgilere ulaşamıyor. Çalışan gerek duyarsa verilerin bir kısmını işyeriyle, sendikasıyla veya doktoruyla paylaşabilir, onun için seçtiği verileri transfer etmesi yeterli oluyor.
Bu uygulamaların getirdiği riskler
Geliştirilen bu yeni teknolojik çözümlerin getirdiği bazı risklere genel hatlarıyla değinmek gerekirse;
Gözetim Toplumu
Öncelikle meselenin çokça korkulan gözetim-denetim toplumu olmakla, otoriter rejimlerin güçlenmesiyle bir ilgisi var. Devletin ve şirketlerin insanların nabız ve ateş de dahil tüm verilerine ulaşmasının getireceği iktidar gücü ile nasıl baş edileceği konusu cevap bekliyor. Bu denetimin işyerlerinde çalışanların üzerinde muazzam bir kontrol ve baskı oluşturacağını tahmin etmek de zor değil.
Bunun bir yanı elbette kişisel verilerin korunması, mahremiyet ve etik ilkelerle ilgili. Bunlar da oldukça önemli olmakla beraber meselenin sosyal boyutunu da göz ardı etmemek gerekir. Devletle vatandaş arasındaki anayasal ilişki ve kurumsal açıdan bakıldığında denetim/gözetim alanındaki olağanüstü yetkilerin ciddi sonuçları olacaktır. Bu durumda bu önlemlerin ve verilen olağanüstü yetkilerin geçici olacağını, pandemi tehlikesi sona erdiğinde bu yetkilerden vazgeçileceğini nasıl güvence altına alacağız?
Meselenin kişisel veriler, etik ve mahremiyet üzerinden ele alınmasının bir başka sonucu da süreci bireyler üzerinden okumaya neden olmasıdır. Toplumlardaki yapısal eşitsizlikler göz önüne alındığında bireysel değerlendirmeler toplum içinde zayıf, dezavantajlı konumda olanların yaşadığı sosyal sorunların göz ardı edilmesi riskini içerir ve bu insanlar üyesi oldukları sınıf, milliyet ve yaş grubu gibi nedenlerle yeniden ayrımcılığa uğramış olurlar.
Dijital Eşitsizlik
Diğer açıdan teknolojik çözümler dijital eşitsizliği de pekiştiren bir içeriğe sahip. Toplumların önemli bir kısmının akıllı telefona ve hızlı internete erişimi yok. Erişimi olsa dahi salgının en fazla tehdit ettiği yaşlıların bu uygulamaları etkin şekilde kullanması zor. Birçok ülkede pandemiden en çok yaşamını yitirenlerin yoksullar, azınlıklar, göçmenler, yaşlılar gibi kesimlerden olması toplumsal eşitsizliğe örnek olurken bu tür çözümler meselenin daha da derinleşmesine neden olabilir. Dolayısıyla bu kategorilerde yer alan insanların bu imkanlardan yararlanamaması pandemi karşısında daha savunmasız olmalarına da neden olabilir.
Sahte güven algısı
Kamu otoritelerinin ve özel şirketlerin bu uygulamalara özel önem verip teşvik etmeleri ve bunların normal yaşama dönüşte anahtar öneme sahip olduğunu söylemeleri insanlarda sahte bir güven algısı oluşturabilir. Nasıl olsa uygulamayı indirdim diyerek temel önlemleri almaktan vazgeçilebilir. Bu ciddi bir risk çünkü bu uygulamalar sizi sadece pozitif olduğu belli olan ve akıllı telefonu olan, bu uygulamayı indiren ve bluetooth’u açık olan insanlar hakkında bilgi veriyor. Bu nedenle başarılı olması için nüfusun en azından % 60’ının uygulamayı indirmesi gerektiği belirtiliyor. Uygulamayı kullanmayan insanlardan haberdar olmanız ise mümkün değil.
Ayrıca birçok insan taşıyıcı olduğu için semptom göstermiyor ve pozitif olduğundan haberdar değil. Virüs de sadece sosyal mesafe ile geçmiyor, örneğin dokunduğunuz yerlerden, aletlerden de geçebilir. Yani tek kaynak birinin sizle sohbet etmesi veya yakınınızda bulunması değil. Çok çeşitli sebeplerle virüse denk gelmek mümkün.
Doğal olarak pandeminin kontrol edilmesinde en önemli unsur yaygın test ve takip sisteminin kurulmasıdır. Bu uygulamaların ön plana çıkması ve buna ayrılan yatırım, enerji ve reklam esas sorunun gözden kaçmasına neden olabilir. Hükümetler nezdinde daha yaygın test yapılması talebi arka plana itilebilir.
Kamu otoritelerinin yaygın test yerine bu uygulamalara öncelik vermesi, insanların sokağa çıkması, bir şehirden diğerine gitmesi veya işyerinde çalışması için bu uygulamaları kullanmak zorunda bırakılması ve üstüne ek olarak kişilerin telefonlarındaki diğer bilgilere de erişim istemesi meselenin kısa dönemli ve pandemi odaklı bir yaklaşımla sınırlı olmadığı kuşkusunu büyütüyor.
Diğer yandan bu uygulamalar güvensizlik ve panik duygusu da yaratabilir. Telefonunuzun size bir anda bu kötü haberi vermesi, görüştüğünüz birinin Covid-19 çıktığını uyarması panik de yaratabilir. İnsanların aklına çok çeşitli sorular gelebilir, kendileri ve aileleri için kaygılar çoğalabilir. Bu nedenle ABD’de olduğu gibi binlerce insanın işe alınması ve telefon üzerinden bu insanların takip edilmesi, insanları arayıp bilgilendirilmesi daha insani bir çözüm olarak görülebilir. İnsanlara bu haberi bir başka insanın vermesi, kişileri sakinleştirmesi, sorulan sorulara cevap verip yönlendirmesi hem insanları rahatlatır hem de insanlar akıllı telefonu olup olmamasına bakmadan bilgilenme hakkına sahip olurlar.
Yönetişim meselesi
Yukarıda değinilen tüm risklerin ve kaygıların ortak noktası aslında bu alanda ciddi bir yönetişim eksikliğinin olması, sürecin şeffaf şekilde yürütülmemesidir. Bu tür büyük veri toparlayan uygulamaların dizayn sürecinden itibaren şeffaf ve açık şekilde yürütülmesi, açık kaynak kullanımının tercih edilmesi gündeme getirilebilir.
Siyasi iktidarların teşvik ettiği uygulamalarda meclis denetiminin olması, uygulamanın şartlarının yasayla belirlenmesi, çözümü geliştirme ve uygulama sürecine ilgili meslek odalarının ve sivil toplum kuruluşlarının dahil edilmesi, uygulama indirildiğinde kabul edilen maddelerin net şekilde açıklanması ve bunun pandemiden kurtulmada nihai bir çözüm olmadığının altının net şekilde vurgulanması oldukça önemli.
Yönetişim meselesi sadece kamu otoriteleri ve siyasi iktidarlarla sınırlı değil. Örneğin Apple-Google uygulamasının da hazırlanışından itibaren başta Dünya Sağlık Örgütü olmak üzere çeşitli mesleki kuruluşların katılımı ve denetimi ile geliştirilmesi gerekir.
Veya işyerlerinde insan kaynaklarının çalışanlar için belirlediği uygulamaların yine dizayn sürecinin başından itibaren katılımcı ve şeffaf şekilde belirlenmesi, sendika veya farklı araçlarla çalışanların katılımının sağlanması, çalışanların net şekilde bilgilendirilmesi, çalışanların konuyla ilgisiz bilgilerine erişilmemesi, insanları iş saati dışında takip etmemesi, kimsenin işyeri için belirlenen uygulamaları indirmeye zorlanmaması, çalışma yaşamına dair uzmanların ve hukukçuların da sürece dahil edilmesi gündeme getirilebilir.
Can derdinde ve panik içinde olan ve bir an önce normal yaşama dönmek isteyen insanların beklentilerini fırsat olarak görüp salgınla ilgisiz alanlarda ve salgın sonrasını da içerecek şekilde uzun vadeli bir yaklaşımla denetimi-gözetimi pekiştirecek, kişisel ve toplumsal hak ve hürriyetleri zedeleyecek çalışmalardan uzak durulması, bu tür çalışmalara karşı dikkatli olunması gerektiği kanaatindeyim. Bu açıdan bu uygulamaların hazırlanışından hayata geçirilmesine kadar yönetişim sürecine dair temel ilkelerin belirlenmesi de önem kazanmaktadır.