Clayton Christensen, strateji ve inovasyon alanında en saygın kişilerden biri. Harvard Business School’da profesörlük yaptı ve pek çok kitabıyla iş dünyasına yön verdi. Ocak 2020’de aramızdan ayrılmadan önce Efosa Ojomo ve Karen Dillon’la yazdığı son kitap, ‘The Prosperity Paradox’. Kitap, inovasyonun ülkelerin fakirlikten refaha geçişindeki rolünü anlatıyor. Bu kitabı pek çok şey öğrenerek okudum. Ana fikirleri ve 19 Mayıs haftasında başlattığımız Saas’ta La Vista programıyla ilgili aklıma getirdiklerini sizlerle paylaşmak istedim.
Christensen, ülkelerin gelişimi ve refah artışıyla ilgili şu üç bulguyu paylaşıyor:
- İnovasyona yatırım yapmak, ülkenin o anki durumu ne olursa olsun, mümkün. Chistensen’a göre ülkeleri asıl geliştiren inovasyonlar, yeni pazar yaratan girişimler (market-creating innovations). Yeni pazar yaratmak demek, ihtiyaçları pahalılıktan veya servisler ulaşılamaz olduğundan karşılanamayan binlerce kişinin, özellikle düşük gelirli kişilerin, ihtiyacını karşılayabilecek yenilikler demek. Mo İbrahim’in Afrika’da kurduğu Celtel belki de bunun en güzel örneği. Mo İbrahim, Sudanlı bir mühendis. Mısır ve İngiltere’de eğitim aldıktan sonra İngiltere’de telekomünikasyon endüstrisinde çalışmış. 1998’de ise, Afrika’da bir mobil telefon şirketi kurmak için kolları sıvamış. Afrika’da o yıllarda mobil telefonlar sadece çok zenginlerin kullandığı araçlar- örneğin Kongo’da 55 milyonluk nüfusun sadece 3.000’inin bir telefonu var. Mo İbrahim bunu değiştirmek istediğinde tabii ki pek çok eleştiriyle karşılaşmış. Kendisi diyor ki:
“Ciddi insanlar tarafından dalga geçilmek kolay değildir. Ve 20 yıl önce Afrika’da bir telekomünikasyon şirketi kurmak istediğimi söylediğimde ciddi insanlar bana çok güldü. Bu fikrin başarısız olması için her sebebi anlattılar. O sıralar şunu düşündüm: Zorluklar var, evet, ama benim gördüğüm fırsatı nasıl göremezler?”
Mo İbrahim’in gördüğü fırsat, 50 ülkeden oluşan ve 1998’de 1 milyardan fazla kişinin yaşadığı koskoca bir Afrika kıtasında bir iletişim altyapısının olmamasıydı. Bir kişinin annesiyle konuşması için köyden yedi günlük bir yolculuğa çıkma zorunluluğu onun için bir fırsata işaret ediyordu. Bu yüzden 1998’de sonradan Celtel olacak firmayı kurdu. Tabii ki çok zorlandı, bankalardan kredi alamadı, pek çok ülkede kendi elektriğini, suyunu, eğitimini sağlamak zorunda kaldı. Fakat müşterisi olarak en fakir kişileri hedefledi. Bunun için ‘önceden ödeme’ sistemiyle, düşük fiyatlara çalışan kartlar geliştirdi. Böylece insanlar sonradan ödenmemiş faturalarla mücadele etmek zorunda kalmadı. Sunduğu çözümlerle o kadar başarılı oldu ki, 2004’te 13 ülkeye yayıldı, 5.2 milyon müşteriye ve 614 milyon dolar gelire sahipti. Mo İbrahim, 2005’te şirketi 3.4 milyar dolara sattı ve Afrika’nın en önemli alt yapılarından birini oluşturan kişi olarak tarihe geçti. Bugün Afrika’nın en fakirinin bile bir telefonu ve dünyayla iletişimi varsa, Mo İbrahim’in buna katkısı büyük.
- Yerel ihtiyaçları iyi bilen ve buna göre yeni pazarlar oluşturabilecek kişiler, yerel girişimciler – başka bir ülke veya bölgede çalışan bir modeli kopyala yapıştır modeliyle yeni coğrafyalara getirenler değil. Yerel girişimciler, günlük zorlukları ve koşulları herkesten çok daha iyi anlıyor. Dolayısıyla yeni bir girişim kurulacağı zaman, bu koşulları göz önünde bulundurup gerçekten çalışan modeller geliştiriyorlar. Yerel girişimcilerin bir diğer katkısı ise çevrelerinde oluşturdukları gurur. Kendi topluluğunda başarılı bir girişimciyi gören kişilerde ‘ben de yapabilirim’ duygusu oluşuyor ve bu cesaret, girişimciliğin ve gelişimin daha da ilerlemesine katkıda bulunuyor. Türkiye’de de yerel girişimleri destekleyen İlk Adım Platformu, Bir Başka Anadolu gibi önemli organizasyonlar mevcut. Ülkede genel olarak hâkim olan İstanbul odaklı girişimciliği değiştirmemiz gerektiği açık.
- Bir girişimin gelişmesi için başka altyapıları da mutlaka geliştirmesi gerekiyor. Üstelik altyapıların gelişmesini mutlaka devletten beklemesine gerek kalmıyor. Bu yatırımlar, ülkenin gelişimine daha da katkıda bulunuyor. Örneğin, Toyota Japonya’da 1937’de kurulduğunda, Japonya düşük gelirli ülkelerden biriydi ve yollarının sadece %20’si asfaltlı durumdaydı. Toyota, yerel markette çalışacak arabaları tasarlamakla ve yolların gelişimine katkıda bulunmakla kalmadı, ülkenin insan sermayesini de geliştirdi. Toyota, Nahoya Eğitim Merkezi’ni açarak sermayesinin %40’ını eğitime aktardı. Bu okul, yetiştirdiği kişilerle hem otomotiv endüstrisinin gelişmesine hem de Toyota’nın ilerlemesine katkı sağladı. Böylece, ihtiyaç duyduğu insan sermayesini bulamadığı için şikâyet etmek yerine ülkenin de ilerlemesine katkı sağlayan bir firma olarak anıldı.
Tüm bu sebeplerden, yenilikçi girişimlerin ileriye gitmemize sunduğu katkılar çok büyük. Türkiye’yi de yüksek gelirli ülke konumuna çıkarmak istiyorsak inovasyonu desteklememiz gerektiği çok açık. Bunun için her kurumun üstüne düşeni yapması gerek. Biz de Kodluyoruz ve Viveka olarak Saas’ta La Vista programını başlattık. Sekiz haftalık bir yolculukta, çoğu Boston’dan mentorlarla erken aşama Software as a Service girişimlerini destekleyeceğiz. Üstelik
Türkiye’nin her yerinden girişimler programa başvurabilir. Teknoloji girişimciliğinin gelişmesi için doğru yatırımları yapmaya hazırız, Türkiye’nin her yanından gençleri de bu yolculuğa katılmaya davet ediyoruz.