Biyoteknolojiye toplam para akışına baktığımızda 2019 dahil son beş yıl benzer seviyelerde seyretmişti. 2020 ise ilginç bir yıl oldu. 2019’a göre yaklaşık yüzde 50’lik bir artışla 2020’de biyoteknolojiye yapılan yatırımlar 250 milyar doları buldu. Bunun içinde en önemli kısmı işbirlikleri kanalıyla gerçekleşen yatırımlar oluşturuyor. Toplamın yüzde 12’sini ise girişim sermayesi yatırımları oluşturuyor. Geçen yıla göre en dikkat çekici artış ilk halka arz (IPO)’larda gerçekleşti. Son beş yıla göre de baktığımızda, biyoteknolojide IPO’lar 2020 yılında neredeyse 3 katına çıktı. Farklı teknoloji alanlarında IPO’lar geçen yıl hep gündemimizdeydi fakat biyoteknolojide IPO, alanın yapısı gereği hızlı ve kolay değil, 2020 rakamları bizi şaşırttı. Bir diğer şaşırtıcı kısım ise ülkelere göre baktığımızda geliyor. 2020’deki biyoteknoloji IPO’larının yüzde 34’ü Asya’da gerçekleşti. Tahmin edebileceğiniz gibi çoğu Çin’de. Amerika hala öncülüğünü korusa da, Çin ona çok yaklaşmış oldu.
Girişim sermayesi yatırımlarında ise, ABD hala açık ara önde. Biyoteknolojide 2020’nin en büyük girişim sermayesi yatırımlarında ilk 10’da 2 Çin, 1 Almanya var, kalanı ise ABD. Biyoteknoloji IPO’larına geri dönersek, 2020’nin ilk 10 IPO’sunun 7’si Asya’dan: 6 Çin, 1 Güney Kore görüyoruz. Para akışının en önemli bileşenini oluşturan işbirliklerinin detayına baktığımızdaysa Ar-Ge işbirlikleri öne çıkıyor. Bunlar içinde büyük şirketler arasında gerçekleşenler de, büyüklerle biyoteknoloji startupları arasında yapılanlar da var. Bütün bunlardan bahsederken 2020 yılı yatırımlarındaki eğilimleri COVID-19 gündemiyle ilişkilendirmek elbette mümkün fakat biyoteknolojinin sağlıktaki uygulamalardan ibaret olmadığının altını yeniden çizeyim. Biyoteknolojideki yenilikler yıllardır uygulama alanı olarak en hızlı ilaç ve sağlık sektöründe yer buldu ve yayılması için en fazla yatırımlar orada yapıldı. Pandemiyle birlikte bu mutlaka tetiklendi fakat biyoteknolojinin sunduğu sürdürülebilirlik çözümleri ve verimlilik artışı fırsatlarından hareketle 2020 sonrasını da izlemenizi öneririm.
Bilimsel gelişmeler ve teknolojideki yenilikler, sağlıkta ve sağlık dışındaki uygulamalarda biyoteknolojinin yayılmasını hızlandıracak seviyeye geldi. Geçen yazıda bir bölümünden bahsettim. Biyoteknoloji, hem farklı geleneksel sektörleri aynı anda dönüştürebilme potansiyeli hem de kendi başına yüksek teknolojili ve katma değerli sektör yaratma kapasitesiyle yatay teknoloji platformları arasında öne çıkıyor. Bununla birlikte nüfus artışı, iklim değişikliği, kaynakların yetersizliği gibi faktörlerin etkisiyle güçlenen sürdürülebilir kalkınma gündemi de biyoteknolojinin ekonomik etkilerinin yanı sıra sürdürülebilirlik katkısını gündeme yerleştirdi. Biyoteknoloji, farklı sektörlerde verimlilik artışları yaratarak ekonomik büyümeyi tetiklemenin yanında, karbon emisyonlarında azalma, su kullanımı, atık yönetimi gibi avantajlarıyla sürdürülebilirlik çözümlerini beraberinde getirebiliyor. Endüstriyel biyoteknoloji bunun en önemli örneklerinden. Türkiye özelinde baktığımızda, gerek kendi başına yüksek teknolojili sektör yaratma gerekse tekstil, plastik gibi geleneksel sektörleri biyoteknolojik girdiler ile dönüştürme potansiyeliyle endüstriyel biyoteknoloji ürünleri önemli bir potansiyel sunuyor.
Yakında İstanbul’da biyoekonomiyi tetikleyecek yeni bir yapının da müjdesini vereceğim. Önümüzdeki yıllarda 2020 eğilimlerini farklı biyoteknoloji alanlarında görmeye devam edeceğiz. Bu arada 7 Nisan’da Bioexpo ve ReDis Innovation işbirliğinde Biyogirişimcilik Zirvesi gerçekleşecek. Oradaki başlıklarımızdan birisi de endüstriyel biyoteknoloji. Türkiye’de yaşam bilimlerinde girişimcilik hikayelerini dinlemek ve endüstriyel biyoteknolojide neler olduğunu öğrenmek isterseniz bekleriz.
Bu yazı alıntıdır.