IPCC’nin Ulusal Odak Noktası olan Avrupa-Akdeniz İklim Değişikliği Merkezi’nin (CMCC) yayınladığı yeni bir rapora göre, emisyonları azaltmak için acil olarak harekete geçilmediği sürece, ortaya çıkacak iklim etkileri G20 ülkelerinde geri dönüşü olmayan bir yıkıma neden olacak.
Türünün ilk çalışması olan G20 İklim Etkileri Atlası, iklim etkilerinin önümüzdeki yıllarda dünyanın en zengin ülkelerinde nasıl sonuçlar doğurabileceğine dair bilimsel projeksiyonları derliyor. Araştırma, yüksek emisyon senaryosunda, katlanarak artan iklim etkilerinin G20’de yıkıcı hasara yol açacağını tespit ediyor.
İklim Riski Atlası, her bir G20 ülkesi için iklim etkileri hakkında 11 göstergeyi değerlendirmeye alıyor. Bu göstergeler; iklim, okyanuslar (denizler), kıyılar, su, tarım, ormanlar ve yangınlar, kentler, sağlık, enerji, ekonomik etkiler ve politikalar olarak sıralanıyor.
Araştırma, artan sıcaklıkların ve yoğun sıcak hava dalgalarının şiddetli kuraklıklara neden olabileceğini, tarımsal faaliyetler için gereken su kaynaklarını tehdit edebileceğini, büyük ölçekli can kayıplarına neden olabileceğini ve ölümcül yangın olasılığını arttırabileceğini göstermektedir.
GSYİH kayıpları her yıl artacak
Raporda, karbon emisyonlarını azaltmak için bir an önce harekete geçilmemesi halinde, G20 ülkelerinde iklim hasarına bağlı GSYİH kayıplarının her yıl artacağı ve bu artışın 2050 yılına kadar yılda en az yüzde 4 oranında seyredeceği belirtiliyor.
Araştırmaya göre G20 ülkeleri düşük karbonlu politikaları ne kadar hızlı benimserse, iklim etkileri o kadar az katlanacak ve daha yönetilebilir hale gelecek. Küresel sıcaklık artışı 2 derece ile sınırlandırılırsa, iklim etkilerinin maliyeti, 2050 yılına kadar G20’nin toplam GSYİH’sinin sadece yüzde 0,1’ine ve 2100 yılına kadar yüzde 1,3’üne karşılık gelecek şekilde düşebilir.
Türkiye, G20 ülkeleri arasında sera gazı emisyonlarında 16. sırada yer alıyor ve emisyon seviyesi düzenli olarak artıyor. Raporda Türkiye’ye dair yer alan yorumlar şöyle:
Yüksek emisyon senaryosuna göre, Türkiye iklim etkileri nedeniyle 2050 yılına kadar GSYİH’sinin yaklaşık yüzde 2’sini, 2100’e gelindiğindeyse neredeyse yüzde 8’ini kaybedebilir. Paris Anlaşması’nın küresel sıcaklık artışını en fazla 2 derecenin altında tutma hedefi tutturulursa, bu kayıp 2100 itibariyle yüzde 0,64’e indirgenebilir.
Sıcaklık artışının 4 derece olduğu senaryoda, sıcak hava dalgaları günümüze kıyasla 2036 ila 2065’e kadar 42 kat daha uzun sürecek; bu süre, küresel sıcaklık artışının yaklaşık 2 derece ile sınırlandığı senaryoya kıyasla neredeyse sekiz kat, emisyonların oldukça düşük seviyede tutulduğu ve sıcaklık artışının 1,5 dereceyle sınırlandığı senaryoya kıyasla üç kat daha uzun.
Su ve besin kaynaklarının yeterli olacağı varsayılırsa ve iklim değişikliğinin zararlılar veya hastalıklar üzerindeki etkisi, sel veya fırtına gibi aşırı olaylar ve gübrelemenin yoğun CO2 etkisi dikkate alınmazsa, Türkiye’de buğday ve şeker pancarından elde edilen verim iklim ısındıkça yükselebilir, ancak mısır verimi düşecektir. Gerçekteyse, bu koşullar karşılanmayabilir, örneğin tarım sektöründe su talebinin 2050 yılına kadar yüzde 44 ila yüzde 47 civarında artması muhtemeldir, bu da büyük ölçüde verim kayıplarının yaşanacağı anlamına gelir.
Ekili arazilerin yüzde 31,4’ü sulanabildi
Türkiye’de su tüketiminin yaklaşık dörtte üçü sulama amaçlı (bu durumda tarım, birincil su kullanıcısıdır); ancak, 2016 yılında, ekili arazilerin sadece yüzde 31,4’ü sulanabildi.
Küresel sıcaklık artışının 4 derece olacağı senaryoda, tarımsal kuraklık 2036-2065 itibariyle yüzde 88 daha sık görülen bir durum haline gelecek.
Yüksek emisyon senaryolarında, şiddetli kuraklık olasılığı yüzde 43’e yaklaşırken düşük emisyonlarda bu olasılık yüzde 21’e düşecek.
Türkiye’nin su stresi risk kategorisi 2040 yılına kadar ‘yüksek’ten ‘son derece yüksek’e çıkacak. Türkiye’nin kumsallarla kaplı kıyıları 2050’ye kadar yaklaşık 23 metre geri çekilerek turizmi etkileyebilecek.
Bu yazı alıntıdır.