“İnsanlar ne yaptıklarını bilirler; genellikle neyi niye yaptıklarını da bilirler; ancak bilmedikleri şey, yaptıklarının yaratacağı etkidir.”
Michel Foucault
İçinde bulunduğumuz dönüşüm süreci, belirsiz geleceği öngörebilmeye ilişkin ihtiyacımızı ve çabamızı daha da arttırdı. Geleceği kabul edilebilir bir hata payı ile tahminlediğini iddia eden modelleri eskisine kıyasla çok daha büyük bir titizlikle incelemeye, “işimize yarar mı?” diye sormaya başladık. COVID-19 süreci, öncesinde de yeterince karmaşık olan geleceği daha da öngörülemez hale getirdi. Zira artık dikkate almamız gereken değişken sayısı çok daha fazla. Üstelik bu değişkenlerin parçası oldukları sistemlerin bundan sonraki davranışları da daha belirsiz.
Bu süreç sonrasında neler yaşayacağımıza dair henüz elimizde veri yok. Güncel verinin var olmadığı durumlarda geleceği tahminleyebilmek için geçmiş veriye döneriz. Ancak insanlık modern zamanlarda bu boyutta bir salgınla karşılaşmadı ve dünya savaşları, doğal afetler gibi ağır darbelere maruz kalmış olsak da, kıyaslanabilir bir süreçten geçmedik. Dolayısı ile geçmiş veriden bahsetmek mümkün değil ve dikkate alabileceğimiz kaynaklar, uzmanların konu hakkındaki öngörüleri ile sınırlı. Böyle bir durumda, teknolojik dönüşümün geleceğini tanımlamak için COVID süreci ve sonrasında veri erişilebilirliğine ilişkin soru işaretlerini gündeme getirmekte fayda olacaktır.
COVID öncesinde başlayan ve bu süreçte çok büyük oranda hızlanan dijital dönüşüm ile online mecraya taşınan sektörler ve iş modelleri, veriye ilişkin yeni soruları beraberinde getirdi. Sağlık alanında yapay zeka, robotlar ve dronlar hastalığın yayılımını izlemek, modellemek ve kısıtlayıcı önlemleri uygulamakta, gen düzenleme, sentetik biyoloji ve nanoteknoloji gibi teknolojiler de aşı, tedavi ve teşhis süreçlerinde yoğunluklu olarak kullanılıyor. Blockchain uygulamaları bulaşıcılığı izleyebiliyor, tıbbi tedarik zincirlerini destekleyebiliyor. Tüm bu teknolojilerin beklentiler doğrultusunda katma değer yaratabilmesi için ön koşul olan verinin erişilebilirliği ise, kişisel verilerin korunması, veri mülkiyeti, veri güvenliği ve siber güvenliğe dair soruları beraberinde getiriyor.
Konuyu makro açıdan ele alacak olursak, COVID öncesi süreçte devletlerin politikaları doğrultusunda farklı stratejiler benimsediklerini görüyoruz. Örneğin Avrupa Birliği, ağırlıklı olarak veri korumacılığı esasına dayanan bir konumda. 2018 yılında şirketler açısından son derece hayati düzenlemeler içeren ve ciddi yaptırımları beraberinde getiren Avrupa Birliği Genel Veri Koruma Yönetmeliği (GDPR) yürürlüğe girdi. Diğer yandan Amerika Birleşik Devletleri’nde kalkınma modelinin gereği olarak şirketlerin ticari hedeflerini önceleyen bir yaklaşımın benimsendiğini görüyoruz. Denklemin diğer tarafındaki Çin’de ise, devletin tüm veriler üzerinde sınırsız kontrolünden bahsetmek mümkün. Yalnızca yapay zeka alanında faaliyet gösteren teknoloji girişimleri dahi 2018 yılının ilk yarısında dünya çapındaki tüm özel sermaye yatırımlarından %12 pay almıştı. Söz konusu alanda ABD, Çin ve Avrupa Birliği arasında güçlü bir rekabet yaşandığı gözlemleniyor. Ayrıca küresel dijital şirketlerin yükselen gücü ve yeni teknolojiler aracılığı ile gerçekleşen köklü değişimler de dış politika ve jeopolitik üzerinde dönüştürücü bir etki yaratıyor.
Konunun bu farklı güç blokları nezdindeki önemi dolayısıyla akıllara gelen sorulardan biri, COVID süreci ve sonrasında veri korumacılığına ilişkin politikaların ne yönde evrileceği. Avrupa Veri Koruma Kurulu 21 Nisan’da COVID sürecinde sağlık verisinin işlenmesine dair bir kılavuz yayımladı. Kurul, GDPR’ın bilimsel araştırmaların ihtiyaçlarını göz önünde bulundurduğunu ve bu tür araştırmaların yapılması için hiçbir engel olmaması gerektiğini belirtirken, ihtiyatlı yaklaşımlarını mümkün olduğunca elden bırakmayarak, hastaların temel haklarına saygı gösterilmesinin gerekliliğini de vurguladı.
Salgın sırasında hızlı veri paylaşımı, enfeksiyonun kökeninin ve yayılmasının daha iyi anlaşılmasının sağlanması ve önleyici ve tedavi edici yöntemlerin geliştirilmesi için kritik öneme sahip. Bu süreçte veri toplama faaliyetlerinin büyük bir kısmı Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve Avrupa Hastalık Önleme ve Kontrol Merkezi gibi uluslararası kuruluşlar tarafından koordine edildi. Aynı zamanda veri ve bilgi paylaşımı için BioRvix, OpenLung, TraceTogether gibi çok sayıda platformun oluşturulduğuna da tanık olduk. Tüm bu çabalarda veri paylaşımının önemi her zamankinden daha fazla görünür oldu. Ancak toplanan verilerin ve açık yazılımın yarattığı kamu yararının arttırılabilmesi için, aynı türdeki ana açık kaynak faaliyetlerinin bir araya getirilmesine ve koordinasyona ihtiyaç var. Öte yandan, açık veri tabanlarının oluşturulması, veri gizliliği ve güvenliği, bu verilerin mülkiyetinin kimde olacağı ve dolayısıyla veriye kimlerin, hangi yetkilerle erişim sağlayabileceğine ilişkin soruları beraberinde getiriyor. İşbirliğine dayanan, sürdürülebilir, veri kalitesi, güvenliği ve gizliliği açısından güvenilir açık veri ekosistemlerinin kurulması çok önemli bir ihtiyaç; ancak tasarımları ve hayata geçirilmeleri de bir o kadar zor. Aynı zamanda bu girişimler, küçük ölçekli kurum ya da işbirliklerinin gerçekleştirebileceği boyutları aşıyor ve bu nedenle genellikle merkezi bir otoriteye olan ihtiyacı doğuruyor. Halihazırda regülasyonlar nedeni ile herhangi bir otoritenin dahil olmadığı sistem ve teknolojilerden bahsetmek de zor.
Bu durumdan hareketle akıllara COVID sonrası süreçte sağlık verisinin toplanması, saklanması ve paylaşılmasına ilişkin politikaların esnetilmesinin söz konusu olup olmayacağı sorusu geliyor. Genelde ise ilerleyen zamanlarda daha önce bahsi geçen blokların veri politikalarında nasıl bir değişim gözlemleneceği merak konusu. Daha korumacı bir gelecek mi yoksa daha esnek ve işbirlikçi politikalar mı söz konusu olacak? Korumacılığın yükselmesi durumunda bu, insanlığın belki de yegane kurtarıcısı olan teknolojilerin ilerleme hızına ne şekilde sirayet edecek? Özellikle bu blokların dışında kalan, gelişmekte olan ülkeler her iki alternatif senaryoda süreçten nasıl etkilenecekler?
Yazıya Foucault’nun meşhur sözü ile başlamamın nedeni şu: yukarıda, cümle aralarında pek çok cevapsız ya da cevabı son derece muğlak soru ve gri alan mevcut. Şu anda bir yandan virüse karşı mücadele devam ederken, diğer yandan bu soru işaretlerine verilecek ve gri alanları netleştirecek cevapları bulmak gerekiyor. Bu sürecin oldukça uzun bir zaman gerektireceğini söylemek de sanırım yanlış olmaz. Ancak bence sorulması gereken bir soru daha var: bu cevapları bulduğumuzda ve hayata geçirdiğimizde, aldığımız aksiyonların büyük resimdeki uzun vadeli etkilerini görebilecek kabiliyete sahip olacak mıyız?