Simon Kuznets, İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemin Amerika Birleşik Devletleri başkanı Franklin Roosevelt tarafından “Amerika ekonomisinde neler oluyor?” sorusuna cevaben “gross domestic product (GDP)”, Türkçesiyle Gayrisafi Milli Hasıla kavramını geliştiriyor.
En basitleştirilmiş haliyle GDP bir ülkenin bütün ekonomik aktivitelerini gösteren kantitatif bir ölçüm anlamına geliyor. Nobel ödüllü bu kavram 1929 Büyük Dünya Depresyonunun ortalarında ortaya atıldıktan sonra Dünya Bankası, IMF gibi çok milletli kuruluşların benimsemesiyle ülkelerinin “gelişmişliklerinin” bir göstergesi olarak da benimsendi. Tabii bu da, akıllarda “Peki GDP bir ülke ile ilgili başka neler söyler neleri ön görür?” sorusunu getirmiş olacak ki GDP üzerinden sayısız akademik çalışmalar, analizler ve kategorizasyon yapılagelmiş. Örneğin; Dünya Bankası’nın ülkeleri coğrafyaları dışında ekonomik aktivite seviyesine göre sınıflandırması.
Peki GDP bir ülkenin “sosyal kalkınması” hakkında ne gibi çıkarımlar yapmamıza yardımcı olur? Bu sorunun cevabını nispeten yeni bir oluşum olan, “sosyal gelişme indeksi” açıklayarak anlatmak istiyorum çünkü böylesi geniş bir kavramı ölçmek ve anlamak için gayrisafi milli hasıla ve daha fazlasına ihtiyacımız var.
Sosyal Kalkınma Ne Demek?
Ekonomik kalkınmayı duyduk da sosyal kalkınma tam olarak ne demek? Sosyal Kalkınma İndeksi kuruluşuna göre bir ülkenin “toplumsal/sosyal gelişmişliği” gösteren 3 temel unsur var.
- Temel İhtiyaçlar: Bu kategori kendi içinde “Beslenme ve Sağlık Hizmetlere Erişim”, “Su ve Temizlik”, “Barınma” ve “Kişisel Güvenlik” gibi alt kategorileri var. Her alt kategoriyi puanlayan göstergeler var. Örneğin; bir ülkede “barınma” skorunu ölçmek için kaç kişinin elektriğe erişiminin olduğuna ve bu erişimin kalitesini inceleyerek belli bir ölçmek üzerinden puan veriliyor. Veyahut “Kişisel Güvenlik” skorunu ölçmek için ülkede yaşayan bireylerin kendilerini güvende hissedip hissetmedikleri soruluyor.
- Refah veya İyi Olma Halinin Temelleri: Bu kategorinin altında ise 4 alt kategori var. “Temel Eğitime Erişim”, “Bilgi ve İletişime Erişim”, “Sağlık ve Zindelik” ve “Çevresel Kalite”. Örneğin; bir ülkenin “Çevresel Kalite” skorunu ölçmek için sera gazı emisyonunun miktarına bakılıyor. Veya “Bilgi ve İletişime Erişim” kategorisinde ise insanların bilgi ve fikirlere sansürsüz erişip erişemedikleri soruluyor.
- Fırsatlara Erişim: Sonuncusu ve diğer 2 kategoriye göre puanlaması daha zor olan fırsatlara erişim ise kendi içinde 4 alt kategoriye sahip; “Kişisel Haklar”, “Kişisel Özgürlük ve Kara Verme”, “Kapsayıcılık” ve “İleri Düzey Eğitime Erişim”. Örneğin “Kişisel Haklar” altında bireylerin politik hakları, kadınların mal sahibi olmalarının hukuki olarak korunması, ifade özgürlüğü gibi göstergeler var.
Bu göstergeler birbirinden farklı şeyleri ölçüyor olsalar bile hep biri ekonomik indikatörlerden uzak konseptler. Bu yüzden de “sosyal kalkınmayı” en şekilde tanımladıkları düşünülüyor. En büyük avantajı ise bu indeks, GDP ile sosyal kalkınmayı kıyaslamamıza imkan sağlıyor ve bu kıyaslamalar çok ilginç bir çıkarım ortaya koyuyor. GDP ve sosyal kalkınma arasında istatiksel olarak güçlü pozitif bir ilişki olmasına rağmen bu ilişki her zaman lineer değil. Yani bir ülkenin yüksek gelirli olması her zaman o ülkedeki ifade özgürlüğü veya iş gücündeki kadın-erkek eşitliğinin bir göstergesi değil.
Figure 1: Social Progress Index, 2019
Bu grafikteki spektruma bakıldığında benzer nüfus sayısı ve ekonomik aktiviteye sahip ülkelerin “sosyal kalkınmaya” gelince birbirinden epey farklı performans gösteriyor. Bu bize şunu söylüyor: bir ülkedeki ekonomik aktivite, ve gayrisafi milli hasıla önemli göstergeler olmakla birlikte her zaman büyük resmi vermiyor. Bir ülkenin yüksek gelirli olması her zaman elindeki hazineyi sosyal ve toplumsal alanlara yatırmadığı anlamına geliyor. Veyahut yaptığı bazı yatırımların beklendiği kadar etkili olmadığını söylüyor bu tablo.
Harekete geçerken ise dikkat edilmesi gereken en önemli nokta: yapılan yatırımların miktarı ve sıklığı üzerine mesai harcadığımız kadar bu yatırımların ne gibi sonuçlar doğurduğuna da kafa yormamız müthiş elzem. Çünkü “sistemin” içerisine yatırdığımız kaynak her zaman hacminin büyüklüğü kadar pozitif bir etki yaratmayabilir. Ki yaratmadığının da birçok örneği var. Örneğin; eğitim politikalarının sürekli olarak okul yaptırmaya kaynak ayırdığı bir A ülkesinin okula gönderilmeyen kız çocukları konusunda daha az mesai harcaması. Kız çocuğunun gönderilmediği bir okulun varlığını sayı ile ölçüp +1 alırken kalitesi ve kapsayıcılığı konusunda sınıfta kalmış oluruz.
Sonuç olarak gayrisafi milli hasılasının konumuzla ilgisi çok. Konunun tamamen açıklığa ve çözüme kavuşturulması için ise kendisinden biraz daha fazlasına ihtiyaç var.