Küresel ölçekte pek çok ülkenin fikir birliği sağladığı, ancak buna rağmen istenilen ivmenin sağlanamadığı sınırlı sayıda konu vardır. “İklim değişikliği ile mücadele” bu konuların başında geliyor. Dünya iklimi, şüphesiz karmaşık ve çok boyutlu. Dolayısıyla kolay çözümlenemeyecek bir konu. Ancak mücadele noktasında kâğıt üzerinde verilen taahhütlerin, gerçekçi ve samimi bir şekilde eyleme dönüştürülememesi bu noktada önümüzdeki en büyük engel olarak görünüyor.
İklim değişikliği konusunda küresel mücadelenin 30. yılındayız
Küresel ısınmaya yönelik hükümetler arası ilk sözleşme olan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne (United Nations Framework Convention on Climate Change, UNFCCC) Avrupa Birliği ile birlikte 191 ülke imzalamasınını üzerinden yaklaşık 30 yıl geçti. Bugünlerde Türkiye’nin de onaylamasıyla ismini sıkça duyduğumuz Paris Anlaşması’nın da temelleri bu sözleşmeye dayanıyor. UNFCCC kapsamında her yıl yapılan, COP (Conferences of the Parties) olarak bilinen taraflar toplantılarında imzalanan protokoller çerçevesinde geçen sürede istenen etkiye ulaşılamamasının arkasında yatan en önemli sebeplerden birisi hukuki olarak bağlayıcılığının olmamasıydı. Bu durum, 2015’de Paris’te gerçekleşen COP 21’de 197 taraf temsilcisinin müzakeresi sonucu oy birliği ile kabul edilen Paris Anlaşması ile değişmiş oldu. İklim değişikliği ile mücadelede bir dönüm noktası olarak kabul edilen Paris Anlaşması ile ilk kez devletler hukuki olarak da bağlayıcılığı olan bir anlaşmaya imza atmış oldular. Amacı, küresel ısınmayı sanayi öncesi seviyelere kıyasla 2’nin altında, tercihen 1,5 santigrat derece ile sınırlamak olan Paris Anlaşması çerçevesinde tarafl ar, 2050’ye kadar iklim nötr bir dünyaya ulaşmak için sera gazı emisyon azaltımı taahhüdünde bulundular.
Ulaşılmak istenen hedeflerden çok uzağız
Yayımlanan son “IPCC İklim Değişikliği – Fiziksel Bilim Temeli” değerlendirme raporu, Paris Anlaşması kapsamında ulaşılmak istenen hedeflere ne yazık ki ulaşmaktan uzak olduğumuzu gösteriyor. Paris Anlaşması çerçevesinde, nasıl ve ne şekilde ilerlemek gerektiği konusundaki hükümetlerin görüş farklılıkları, atılacak adımlar konusundaki ikilemler ve hızla artmaya devam eden küresel ısınmanın ne yazık ki geçen altı yıl içerisinde istenen ivmenin sağlanmasına büyük ölçüde engel olduğunu görüyoruz.
Küresel mücadele yetersiz, ülkeler üzerine düşen sorumluluğu acilen almalı
Ülkelerin kendi üzerine düşen sorumluluğu almalarının zamanı çoktan geldi hatta geçiyor. Bu anlaşma kapsamında verilen taahhütlerin de ötesinde aynı zamanda kendi sürdürülebilirlikleri için de ülkelerin, çok daha kararlı adımlar atması kaçınılmaz hale geldi. Bu noktada, 70’in üzerinde ülke 2050 yılına kadar karbon nötr olacağını açıkladı. Avrupa Birliği ise açıkladığı Yeşil Mutabakat (AYM) ile “iklim nötr” olma amacının da ötesine geçerek, kendi sanayisini, tarımını, ticaretini ve istihdamını korumayı hedeflediği gibi yeni ve kapsayıcı bir kalkınma politikası ve ekonomik büyümeyi amaçlıyor. Paris Anlaşması’nın uygulanabilirliğini de bir adım daha öteye taşıması beklenen AYM ile özel sektör üzerinde yaratmış olduğu ivme iklim değişikliği ile mücadele noktasında çok önemli gelişmelerin yaşanması bekleniyor.
Türkiye’den önemli adımlar
Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları, Paris Anlaşması ve AYM çerçevesinde Türkiye’den de önemli adımlar arka arkaya geldi. Temmuz ayında Ticaret Bakanlığı’nın yayımlamış olduğu Yeşil Mutabakat Eylem Planı, Ekim ayı başında Paris Anlaşması’nın Meclis tarafından onaylanması ve geçtiğimiz günlerde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın isminin Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı olarak değiştirilmesi iklim değişikliği ile mücadele konusunda ülke olarak yakaladığımız ivmenin önemli sinyalleri. Açıklanan ‘2053 vizyonu’ çerçevesinde atacağımız kararlı adımlar, kapsayıcı ve sürdürülebilir büyümenin tesis edilmesi ve ülkemizin AB başta olmak üzere, üçüncü ülkelere ihracatta rekabet gücünü koruması ve güçlendirilmesi noktasında son derece önemli. Şüphesiz bu büyük dönüşüm için yeterli fon kaynaklarına erişim en önemli unsurların başında yer alıyor. Bu kapsamda, Kasım’da düzenlenecek olan COP 26 öncesinde, Türkiye’nin UNFCC’de gelişmiş ülkeler statüsünde yer almasına rağmen sağlanacak fonlardan yararlanabilmesi için devam ettiğini bildiğimiz görüşmelerin olumlu sonuçlanması halinde ülkemiz için önemli bir dönüm noktası olacak ve kazanılan bu ivmeyi çok daha ileriye taşıyarak somut adımların atılmasını teşvik edecektir.
Bu yazı alıntıdır.