Ülkelerin ekonomik büyümesini sağlayan en önemli itici güç nedir?
- yüz yılın etkileyici isimlerinden ve yaratıcı yıkım kavramını popülerleştiren ünlü Avusturyalı ekonomist Schumpeter bu soruya yaklaşık 100 yıl önce net bir yanıt verdi. Çok açık bir şekilde milletlerin zenginliklerinin ve ekonomik büyümesinin inovasyon ve aykırı fikirlerden/figürlerden (wild spirits) geldiğini ileri sürdü. Joseph Schumpeter (1883-1950) girişimcilik ve inovasyon hakkında bilimsel olarak çalışan ve teoriler üreten ilk kişi.
Aslında konu o kadar basit olmayabilir. Bu yazının açılış sorusu akademide uzun yıllardır tartışılmakla birlikte siyaset ekonomisi (political economy) ile ilgilenilenlerin ve siyasetçilerin üzerinde bolca kafa yorduğu girift bir mevzu.
Sorunun yanıtına dair iki temel ekol var:
- Yeni fikirler ekonomiği büyütür (2019 Nobel ödüllü Paul Romer bu kampta)
- Kurumlar ekonomik büyümenin itici gücüdür
Burada kurumlardan kasıt; finansal, hukuki, politik hatta sosyal yapılar ve sistemlerdir. Bilindiği gibi Daron Acemoğlu’nun bu konuda ciddi çalışmaları var (Ulusların Düşüşü/Why Nations Fail).
Harvard Profesörü Clayton Christensen ve arkadaşları üçüncü bir yol ileri sürerek bu tartışmaya keskin bir şekilde dahil oldular.
Nedir üçüncü yol?
Yeni (niş) pazarlar yaratan inovasyonlar ekonomileri büyütür, hatta köklü olarak dönüştürür. Ekonomik kalkınmanın motoru inovasyonlardır ama özellikle yeni pazarlar yaratan inovasyonlar. Detaylar için ilgilenenlere Christensen’in “The Prospertiy Paradox” kitabına ve “The Third Answer” makalesine göz atmalarını öneririm.
Esasında yukarıda bahsedilen tüm faktörler önemli, hatta hepsi gerekli ve aralarında kompleks bir ilişki var. Örneğin yeni fikirler için nasıl bir iklim ve hangi koşullar gerekir? Özgürlükler bunun neresindedir? Sayısını artırabileceğimiz bu önemli soruları bir tarafa bırakalım ve özet olarak pek çok araştırmanın Christensen’in teorilerinin ekonomik büyüme üzerinde etkilerini kanıtladığını belirtelim.
Ekonomik kalkınma ve milletlerin hızlı büyümesi için en kritik konu; kuşkusuz girişimcilik ve inovasyondur.
Bu tezi doğrulayan yüzlerce araştırma var, ama daha fazla akademik argümanlarla sizleri sıkmadan sahadan bazı çok ilginç verilerle konuyu somutlaştırmaya çalışacağım.
Dünyadaki en değerli beş markanın hepsi teknoloji şirketi. Bir numarada yer alan Apple’ın geliri yaklaşık 260 milyar dolar (Forbes). Türkiye’nin 2020 ihracatından (169 milyar dolar) 100 milyar dolar fazla. Ülke olarak tüm ihracatımız Apple gelirlerine ulaşmıyor henüz. Facebook’un borsa değeri Türkiye’nin tüm ekonomik çıktısı ile neredeyse aynı (yaklaşık 800 milyar dolar). Amazon 600 bin insan istihdam ediyor. En büyük holdinglerimiz tüm markaları ile tek başlarına 100 bini geçemiyor maalesef.
ABD’nin Türkiye ile kıyaslanmasının biraz ütopik olduğunu düşünüyorsanız İstanbul’un yarısı nüfusu ile İsveç’i inceleyelim. Bu ülke Ikea, Spotify, Volvo, Ericcson, H&M gibi onlarca küresel markaya sahip. Ikea 200 bin üzerinde insan istihdam ediyor, H&M 126 bin kişinin iş vereni. Bu iki markanın geliri pek çok holdingimizin gelirinden fazla. Dikkat ederseniz tüm bu markaların altında ciddi bir inovasyon, tasarım ve teknoloji var.
2020 Dünya Bankası verilerine göre ABD’de kişi başı gelir 65 bin dolar, İsveç’te 52 bin dolar, Türkiye’de 8.5 bin dolar civarı.
Tüm bu rakamları ekonomik kalkınma ile inovasyon arasındaki korelasyonu netleştirmek için paylaştım.
Kısacası ne kadar inovasyona imza atabilirsek o kadar çok küresel markamız olur. Ne kadar çok küresel markamız olursa insanımız o kadar yüksek standartlarda yaşar. Yüksek standart demek refah içinde onuru ile yaşayan mutlu, umutlu bir millet ve gelişmiş bir ülke demektir.
İşte bu yüzden inovasyon!
Yine bu yüzden gerçek vatanseverlerin yukarıdaki rakamları yukarı çeken girişimciler olduğunu düşünüyorum.
Refah içinde yaşayan, mutlu, özgüven sahibi, gözü dışarda olmayan, beyin göçünü tersine çevirmiş bir ülke için inovasyon…
Bu yazı alıntıdır.