Yedikule marulu, Bayrampaşa enginarı, Çengelköy bademi (salatalığı), Beykoz cevizi, Kavak inciri. İstanbul asırlarca şehir içi bostanlarda veya tarımla uğraşan semtlerde yetişen ürünlerle beslendi. Dikey tarımla bu dönem geri gelir mi dersiniz?
20 yıl önce New York’ta temelleri atılan dikey tarım, bu iş için yapılmış binalarda veya yeniden düzenlenen terkedilmiş yapılarda (konteynırlar, kuyular, madenler) bitki yetiştirmek anlamına geliyor. Mekanı azami değerlendirmek için çok katman (‘dikey’) kullanım yapılıyor.
Dikey tarımda üç farklı teknik var. En yaygın olan hidroponik (suda yetiştirme) yaklaşımda toprak yok. Bitki kökleri besleyici elementler (azot, fosfor, potasyum) içeren bir sıvıda duruyor. Aquaponik yaklaşım, sıvı tanklarında bitkiler ile balık yetiştiriciliğini birleştiriyor. Birinin atığının diğerinin gıdası olduğu kapalı bir döngü kuruluyor. Aeroponic (havada yetiştirme) yaklaşımda ise herhangi bir sıvı veya katı (toprak) ortam gerekmiyor. Askıdaki bitkiler odaya basılan bir çözeltiyle havadan besleniyor. Bu tekniği NASA uzayda tarım için geliştirmiş!
Peki, uçsuz bucaksız, cennet gibi ovalar dururken tüplere, çözeltilere, yapay ışıklara mahkum muyuz? İşin estetik yönünü bir an olsun göz ardı edersek dört temel avantajdan bahsedebiliriz: verimlilik, öngörülebilirlik, çevre ve tüketiciye yakınlık.
Verimlilikle başlayalım. Dikey mimari sayesinde aynı taban alanında sekiz kat fazla üretim sahası sağlamak mümkün. Teknolojik altyapının (sensörlerle takip, yapay zeka ile ortamın düzenlenmesi) baştan kurulması kat be kat daha fazla ürün almaya imkan sağlıyor. Üstelik geleneksel üretimin onda biri kadar su kullanarak!
Öngörülebilirlikle devam edelim. Tarımdaki en büyük risklerden biri hava şartları (kuraklık, dolu) ve zararlı böcekler. Dikey tarımda bunlar yok. Dolayısıyla 12 ay boyunca her bitkiyi yetiştirmek ve ürün miktarını öngörmek mümkün.
Çevre konusunu atlamak olmaz. İlaç ve su kullanımının azlığı, tarım makinalarına gerek olmaması ve daha düşük arazi ihtiyacı (Amazon ormanlarının kesilmesinin en büyük sebebi tarım alanı açmak!) ilk akla gelen avantajlar.
Nihayet, üretiminin gıda tüketiminin büyük çoğunluğunun olduğu şehirlerde yapılmasının artıları var. Örneğin, tazelik, lojistikten tasarruf (maliyet ve çevre etkileri), kentli çiftçiler için imkanlar (isteyenin kendi üretimini yapması) ve işletmeler için fırsatlar (restoranların kelimenin tam anlamıyla üretimden masaya -farm to table- sunuş yapabilmeleri)
Elbette dikey tarımın sıkıntıları da var. Kurulum maliyetleri hayli yüksek (hele şehirlerdeki emlak fiyatlarını düşününce!). İşin toplumsal (azalan tarım işgücü) ve biyolojik (doğal tozlanma yerine fabrikasyon) tarafı da cabası. Üstelik bu sistemle yetiştirilen bitki türü henüz az sayıda.
Ancak dünyada nüfusun arttığı, insanların büyük çoğunluğunun şehirlerde yaşadığı ve başta su olmak üzere doğal kaynakların azaldığı bir dönemde, ‘teknolojik bostanlar’a bir şans vermeyi düşünebiliriz.
Bu yazı alıntıdır.