Blokzinciri ülkemizde olduğu gibi dünya genelinde de ilgi çeken yeni bir teknoloji. Kriptoparalara temel oluşturan bu teknoloji henüz gelişiminin ilk aşamalarında olsa da verdiği mesaj ve sunduğu potansiyel ile felsefi, siyasi ve ekonomik alanlarda alternatif düşünme biçimlerini destekliyor.
Merkezi otoriteye ihtiyaç olmadan, şifrebilimin ilkelerinden yararlanarak güvenilir ve şeffaf çözümler sunması hem birçok sorunun çözümünü mümkün kılıyor hem de merkezi bir otorite (devlet veya merkez bankası) ve aracı kurumlar (banka, noter) olmadan da ekonominin ve kişiler arasındaki sözleşmelerin hayat bulmasını sağlaması nedeniyle otoriteleri sorgulatan güçlü bir felsefi içeriğe de sahip.
Bitcoin’in ani değerlenmesiyle tüm dünyada yoğun bir ilgi çekmesi ve bu teknolojinin gelişimine uygun olmayan beklentileri açığa çıkarması kriptoparalarda spekülatif sermaye hareketleri ve bitcoinin değer kaybetmesi nedeniyle, ayrıca somut uygulamalarda yaşanan yetersizlikler ve sorunlar nedeniyle aşırı bir hayal kırıklığı da yaşatıyor.
Ancak blokzincirinin denendiği ve gelişme potansiyeli gösterdiği bir alan da insani yardım ve Birleşmiş Milletler’in Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleriyle ilgili çalışmalardır. Örneğin, Dünya Gıda Programı Ürdün’de onbinlerce Suriyeli mültecinin yaşadığı Zaatari kampında kalanlara yönelik nakit yardımını son 2 senedir blokzinciri üzerinden gerçekleştiriyor. İnsanlar kamptaki marketlere gittiklerinde gözlerini taratıp hesaplarına ulaşıyorlar ve alışveriş masrafı oradan düşüyor. Ortalıkta ne nakit para var ne de bankaya verilen bir harç. Bu sayede Dünya Gıda Programı yardımın doğrudan hedef kişiye ulaştığını tespit ediyor, örneğin kadın mültecinin parasına kocası el koyamıyor veya nakit para olmadığı için yerel otoriteler rüşvet alamıyor, yereldeki çeteler zorbalıkla insanların parasını çalamıyor. Diğer yandan Gıda Programı yardımların önemli kısmını banka gibi aracılara kaptırmadığı için daha fazla yardım dağıtabiliyor.
Birçok insani yardım kuruluşu da çeşitli Afrika ülkelerinde yardımları blokzinciri üzerinden iletmeyi deniyor. Özellikle eğitim veya çalışma karşılığı yardım programlarında mobil uygulama ve SMS üzerinden para yardımı blokzinciri ile yapılıyor. Temel motivasyon Zaatari kampındaki sebeplerle aynı.
Bu yalnızca finansal yardımlarla sınırlı da değil. Blokzinciri Küresel Güney denilen bölgelerdeki farklı sorunları çözmeye de aday bir teknoloji. Örneğin dünyada 1 milyardan fazla insanın resmi bir kimliği yok. Yani ya devletler coğrafyalarında yaşayan herkesi kayıt edip kimlik verecek kaynaklara sahip değil veya bilinçli olarak, Rohingya örneğinde olduğu gibi kaydetmeyi, kimlik vermeyi reddediyor. Resmi kimliği olmayan insanların eğitim ve sağlık gibi temel hizmetlere ulaşması, SIM kartı alıp telefon kullanması veya bankada hesap açması mümkün olmuyor. Dolayısıyla bu insanlar yoksulluğa ve dışlanmaya mahkum bırakılıyor.
Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerinden biri de herkesin 2030 yılına kadar kimlik sahibi olması. Blokzinciri de birçok sivil inisiyatif tarafından bu alanda çözüm olarak sunuluyor. Microsoft, Accenture gibi şirketlerin desteklediği ID2020 gibi çeşitli dijital kimlik inisiyatifleri kimlik sahibi olmayan herkese blokzinciri temelli kimlikler verilmesini, bu sayede insanların SIM kartı alabileceklerini veya banka hesabı açıp temel hizmetlere ulaşabileceklerini belirtiyorlar. Ayrıca hiçbir vatandaşlığı olmayanlar veya savaştan kaçan mülteciler ve göçmenler açısından geldikleri yeni ülkede kendisine ait bir belge sunmak en büyük sorun olduğu için dijital kimlik sayesinde bu da çözülebilir.
Malawi gibi birçok ülkede blokzincirinden ayrıca aşı ve diğer sağlık bilgilerini kaydetmek için de faydalanılıyor. Bazı örneklerde tüm bu bilgiler dijital kimlik içine işleniyor. Hacklenmesi, yok edilmesi, otoriteler tarafından değiştirilmesi mümkün olmuyor.
Ancak geneldeki hayal kırıklığı insani yardım sektöründe de karşılığını buluyor. Artık projelerde blokzinciri kullanmaya yönelik birkaç yıl önceki heyecan ve istek sönmüş durumda. Peki neden?
Örneğin blokzinciri şeffaflık ve hesap verilebilirlik üzerinden tanımlansa da Dünya Gıda Programının Zaatari Kampına yönelik en temel eleştiri şeffaf olmaması ve sonuçların kamuoyuyla net şekilde paylaşılmaması. Kapalı bir blokzinciri sistemi olduğu için Program yöneticileri dışında süreci takip etmek zorlu izin süreçlerini gerektiriyor. Ayrıca Kopenhag’da bulunan teknolojik çözümün Ürdün’de kadınlara yönelik baskıyı engellemesi de çok mümkün olmuyor. İnsanlar halen nakit paraya ihtiyaç duyuyor ve bu kez ihtiyaç duymadıkları ürünleri alıp karaborsada satmak zorunda kalabiliyorlar. Veya yerel otoritelerinin rüşvet kaynağının kesilmesi bu otoritelerin sunmakla yükümlü oldukları diğer hizmetleri de aksatmalarına neden olabiliyor. Onbinlerce kişinin yaşadığı bir kampta 3-4 bakkala göz taraması için kullanılan aletlerden verilmesi bakkallara bir anda ekstra ekonomik bir güç kazandırıyor ve bir anda ürün kalitesi düşüp fiyatlar yükseliyor. Nakit para olmadığı için insanlar kamp dışına gidip alışveriş yapamıyor. Blokzinciri üzerinden para transferi banka harcı ödemeden başarıyla yapılıyor ama bunun getirdiği sosyal, siyasal sonuçları öngörmek oldukça zor.
Veya Afrika’da uygulanan birçok blokzinciri temelli projede neden blokzincirinin kullanıldığı net değil. Basit bir veri tabanı ile rahatça dağıtılacak yardım daha karmaşık blokzinciri süreciyle hayat bulunca işler aksıyor. Örneğin Kenya’da bir köyde yardım dağıtılıyor. İşin içinde parayı veren donör ülke, onun parayı verdiği BM kuruluşu ve BM’nin iş yaptırdığı insani yardım örgütleri var. Onlar parayı Kenya’daki cep telefonu operatörü ve bir finansal kuruluşla işbirliği içinde iletiyor. Halkanın sonunda da yardımı alan var. Teoride blokzinciri birbirini tanımayan tarafların şeffaf ve güvenilir şekilde bir konuda sözleşme imzalamasını mümkün kılıyor. Ama bunun için her tarafın kendisine ait kısmı sisteme işlemesi ve diğerlerini takip etmesi gerekir. Ancak Kenya’da ve oraya yardım ileten kuruluşlarda blokzinciri konusunda uzman kimse olmadığı için somut yaşamda sürecin dijital altyapısını oluşturan teknoloji şirketi tüm paydaşların özel anahtarını kendinde tutup süreci takip ediyor ve hepsi adına sanki onlar işlemiş gibi blokzincirine kaydediyor. Üstüne bir de parayı veren BM kuruluşu yardımların kime dağıtıldığını kontrol etmek için şifrelerin hangi kişilere ait olduğunu sorgulayınca yeniden tüm bilgi veri tabanına aktarılıyor ve gereksiz bir iş yükü ortaya çıkıyor.
Bu nedenle aslında amacın yardım dağıtmak değil, blokzinciri teknolojisini mülteciler ve yardıma muhtaç kişiler üzerinde denemek için kullanıldığını iddia eden ve etik ilkeler üzerinden eleştiren yaklaşımlar ortaya çıkıyor.
Dijital kimlik konusunda da bu kimliği kimin üreteceği (BM mi şirketler mi) net değil. Dağılmış devletlerin olduğu yerlerde mesele anlaşılsa da kimliği olmayan insanların büyük çoğunluğu zaten içinde yaşadıkları devletin siyasi tutumu nedeniyle kimliksizler. Mesele teknolojik değil, siyasi bir sorun olunca çözümün de siyasi olması bekleniyor. Veya bu kimlikler hangi kurumun kayıtlarına göre hazırlanacak? UNHCR gibi kuruluşların kayıtları her ne kadar biyometrik olsa da yeterince güvenilir değil.
Bir diğer konu da dijital kimliklerde özel anahtarın kimde kalacağı meselesi. Normal işleyen bir devlette devletin egemenlik hakları nedeniyle tüm anahtarlar devlette saklanıyor. Buna karşın “self-sovereign”, kendi kimliğinin tüm hakkına sahip olmayı savunan ve devletlerle bilgilerini paylaşmayı reddeden yaklaşımlar da var. İnsani yardım konusunda da büyük çoğunluğu okuma yazma bilmeyen bir topluluğa özel anahtarını saklamasını ve sınırları geçtiğinde isterse kullanmasını söylemek pek gerçekçi değil. Bir alternatif öneri ise içinde yaşadığı devletler belirli temel haklardan yoksun bıraksa da dijital kimlik sayesinde uluslararası şirketlerin ve bankaların söz konusu kişiyi tanıması ve ona hizmetler sunması (örneğin sim kart vermesi veya banka hesabı açması) mümkün olabilir. Ancak bunun pratik uygulaması da sorunlu ve mümkün olsa da ancak söz konusu bilgiye erişip uluslararası bağlantılar kurabilecek çok küçük bir kesimin sorununu çözmeye aday.
Blokzincirinin sanırım talihsizliği de bu. Büyük bir potansiyel içeren, gelecekte çokça kullanacağımız ancak henüz gelişiminin ilk aşamalarında olan bir teknoloji. Ama araladığı felsefi, siyasal ve ekonomik fırsat pencereleri büyük bir coşkuyu ve umudu açığa çıkartıyor ve bunlara cevap veremediğinde de hayal kırıklığı büyük oluyor.