Ülke gündeminin çok hareketli olduğu günlerden birinde bilgisayarımın ekranına bir karikatür düştü. Çokbilmiş bir tip nasihat veriyor: “Gelecek nesillere bir öneri… Gelmeyin!”
En karanlık zamanlarda bile mizah gücünü koruyabilmek, gülebilmek ve güldürebilmek ne kadar önemli bir yetkinlik! Bertolt Brecht’in bir sözü, bu yetkinliğin insanlarda zorluklarla baş edebilmeye yarayan bir savunma mekanizması olarak ortaya çıktığını düşündürüyor: “Bir toplum”un sorunları ne kadar büyükse, mizah o kadar gelişir” diyor Brecht.
Gerçekten, ileriye baktığımız zaman o kadar çok sorun görüyoruz ki, bunların altından kalkabilmek için desteğe ihtiyacımız var. İşin kötüsü, araştırmalar insanların ülke ve dünya sorunlarına gereğinden daha kötümser bakma eğilimi olduğunu gösteriyor. Yaşam standartlarındaki, sağlık istatistiklerindeki, açlık ve yoksulluk göstergelerindeki değişimleri tahmin etmeye kalktığımız zaman hep kötümser yönde yanılıyoruz. Rakamları inceleyecek olsak hep iyileştiğini göreceğimiz göstergelerin kötüleştiğini zannediyoruz. Sorunlara büyüteçle bakıyoruz, onları büyütüyoruz.
Bu eğilimimizle ilgili bir başka ilginç konu da, kıyamet senaryolarına olan aşırı düşkünlüğümüz… En eski zamanlardan beri insanların kıyamet öngörülerine merakı hiç bitmiyor. Daha bundan birkaç yıl önce, Mayaların takvimine göre kıyametin 21 Aralık 2012’de kopacağı korkusuyla az mı tartışma yaptık? Kehanete göre efsanevi Marduk gezegeni bu tarihte dünyaya çarptığında yeryüzündeki kurtulacak iki köyden biri olan, Selçuk ilçemizin Şirince köyüne az mı insan akın etti?
Benim araştırmalarıma göre, bu tür senaryolara inananların sayısına göre ölçümlerseniz şu anda en yakın tehlikeli tarih 2021 yılı gibi görünüyor. Kanadalı bir papazın kehanetine göre Hz. İsa bu tarihte yeryüzüne geri dönecek ve kıyamet kopacak. Acaba kıyameti heyecanla bekleyenler bu sefer de hayal kırıklığına uğrayacak mı? Yaşarsak göreceğiz… Daha güvenilir bir kaynak olarak Nostradamus’u kabul ederseniz 8555 yılına kadar vaktiniz olduğunu söyleyebilirim.
Kıyamet senaryolarını üretenler sadece papazlar ve falcılar değil. Bilim insanlarının da bu konuda çalışmaları var. Dünyanın sonunun geleceğini hesaplamak için emek vermiş en önemli bilim insanı herhalde Isaac Newton: Onun 18. yüzyılın hemen başında yaptığı hesaplar, genç kuşaklarımız için korkutucu derecede yakın bir tarihte, 2060 yılında dünyanın sonunun geleceğini gösteriyor.
Kıyamet senaryolarına bu yoğun merakın, bu heyecanın nedeni nedir acaba? Galiba gerçekte hepimiz içimizden, “Asıl kıyamet ben ölünce kopacak” diyen Nasrettin Hoca ile aynı fikirdeyiz! Bu nedenle, topyekûn yok olma senaryolarının cazibesine karşı koyamıyoruz.
Çevre ve nüfus uzmanlarının 1970’ler ve 80’lerdeki karamsar beklentilerinin hepsi boş çıktı. Dünyamız tarihi boyunca devasa doğa felaketleri yaşadı; salgın hastalıklar ve dünya savaşları yüz milyonlarca insanı öldürdü; nükleer savaş tehlikesi yüreğimizi ağzımıza getirdi; bunlara rağmen insanların yaşam koşulları hep iyiye gitti. Çağımızda ise, ortalama insan ömründen yoksulluk içinde yaşayan insanların sayısına, savaşların yaygınlığından dünyadaki şiddet oranlarına; tedavi edilemeyen hastalıkların sayısından temel eğitim düzeyine ve cinsiyet eşitliğine kadar hangi göstergeye bakarsak bakalım, tarihte hiç görmemiş olduğumuz kadar iyi koşullarda yaşamakta olduğumuzun tartışılır bir tarafı yok.
Kaynak: Our World in Data
Sapiens ve Homo Deus adlı kitapları ile ün kazanan İsrailli tarihçi [ve filozof] Yuval N. Harari’nin saptamasına göre, insanlık tarihinde ilk olarak günümüzde fazla yemekten ölen insanların sayısı açlıktan ölenlerin sayısını, kendini öldürenlerin sayısı da savaşlarda, cinayetlerde veya terör eylemlerinde başkaları tarafından öldürülenlerin sayısını aşmış bulunuyor.
Şimdiye kadar geleceğin hep daha güzel günler getirmiş olduğu apaçık ortada; ancak bundan sonra geleceğin daha güzel günler getireceğine inanmakta nedense bazen güçlük çekiyoruz.
Şimdi de önümüzde çok sayıda karamsar gelecek araştırması duruyor. Bunların pek çoğu sağlam bilimsel hesaplamalara dayanıyor ama yine de hangisinin ne ölçüde gerçek çıkacağını bilen yok. Bazen hiç beklenmedik gelişmeler temel varsayımları değiştiriyor, bilimsel hesaplamalar geçerliliğini yitiriyor. Bu tür araştırmalar, bizi gelecekte bekleyen olası riskler üzerinde düşünmeye ve tartışmaya, karar almaya, işbirliğine ve eyleme yönelttikleri ölçüde değer taşıyor.
Öte yandan, kıyamet senaryolarını alaya alarak önümüzdeki ciddi sorunlara gözümüzü kapattığımızda, geleceğimizi tehlikeye atmış oluyoruz. Görünen o ki, olası gelişmeler yakın bir gelecekte bir “yok oluş”a değil ama çok boyutlu muazzam bir değişime, geçmişten büyük bir kopuşa, bir altüst oluşa yol açacak. Bize düşen, karşımızdaki riskleri gerçekçi biçimde değerlendirmeye çalışmak, onları önlemeye yönelik planlar yapmak ve bütün bunlara nasıl katkıda bulunabileceğimizi düşünmek…
*Bu yazı Bülent Eczacıbaşı’nın, ilk kez Yapı Kredi Yayınevi tarafından Eylül 2018’de basılan “İşim Gücüm Budur Benim” isimli kitabından alıntılanmıştır.