1999’un son ayı dün dünya için oldukça coşkulu bir dönemdi. Özellikle büyük şehirler her cins ışıklandırmayla yeni bir binyılı karşılamaya hazırlanıyor, bir koşuşturmadır gidiyordu.
Kendi çocukluğumu gülümseyerek hatırlıyorum. İlkokulun ilk sınıflarında 2000 yılına girdiğimizde kaç yaşında olacağımı hesaplamaya çalışıyor, tam becerebilecekken uyuyakalıyordum. Bu süreç de galiba epey uzun bir süre devam etti.
O günler gelmişti işte. Herkesi de tatlı bir heyecan kaplamıştı.
Herkesi mi?
Bilişimciler hariç…
O zamanlar bilgisayar uzmanlarını bir kaşıntıdır almıştı. İlk defa tarihlerin yıl hanesi 4 rakam birden değişecekti. 90lı yılların ikinci yarısında belki bu değişim, özellikle çevrimiçi programlarda hesaba katılmıştı ama “2000 yılına daha çok var, kim öle kim kala” denilen dönemlerde yazılan programlar nasıl tepki gösterecekti? Öyle ya, neredeyse 20-30 senedir sürüp giden, özellikle kritik sistemlerde yazılımlar vardı ve herhangi bir sorun çıkartmadığı için pek de kimse uğraşmamıştı. Bu programlar nerededir, kimin elinin altındadır, bunları bilen de yoktu. Bazı yazılımcılar belki göçmüş, emekliye ayrılmış, iş değiştirmiş… Birçoğu da bulunamıyordu.
O yılların deyimiyle “Y2K” (2bin yılı) tehlikesi, kendince çeşitli kâbus senaryoları üretiyordu. “Şehir santralleri çökecek”, “uzun elektrik kesintilerine hazır olun”, “insanlar kış vakti enerjisiz kalacak”, “zincirleme kesintiler olacak”, “yaşam felç olacak” hikayeleri alıp başını gitmişti.
“Eski kafalı yöneticiler” bu sorunu umursamıyordu doğrusu. Bu sorunu da sektörün kendisine iş yaratmak için ortaya çıkardığı bir konu olarak değerlendiriyor, uzmanların tavsiyelerini de dinlemiyorlardı. Bu arada, bir sürü isimsiz kahraman gecesini gündüzüne katıyor, nereden sorun çıkacağını hesap etmeye çalışıyordu.
31 Aralık akşam saatlerini bilişimciler hiç de kutlama duygusuyla geçirmiyorlardı.
… ve “3 – 2 – 1…“ 2000 yılına girildi…
Hiç ama HİÇ bir şey olmadı… Dünyanın hiçbir köşesinde bir şey olmadı. Hiçbir santral aksamadı, hiçbir şirket çökmedi, hiç kimse evsiz, soğukta veya aç kalmadı, hiç kimsenin kafasına taş düşmedi.
Yeni yılın ilk iş günlerinde “eski kafalı yöneticiler” omuzlarını silkerek normal çalışma hayatlarına başlarken, bilişimciler başlarını kaşıyarak “acaba neden sorun çıkmadı?” diye birbirlerine bakakaldılar. Ben hala bilmiyorum, dönemin bilişimcileri tehlikeyi mükemmel bir başarıyla mı savuşturmuştu, yoksa Y2K tamamen içi boş bir iddia mıydı? Gerçek olan bir şey varsa, o da bilişimcilerin bu konuya harcadıkları ve gittikçe yoğunlaşan son birkaç yıllık enerjisinin nereye gittiğinin belli olmamasıydı.
Y2K senaryolarının üstünden tam 20 yıl geçti… O zamanlar ne kadar da safmışız… Dünyanın bilişimciler ve bilişimci olmayanlar diye ikiye ayrıldığı bir dönem.
20 yıl… Aslında birçok açıdan da birbirinin tam tersi iki 10 yıl.
İlk 10 yılda biri başında (2001 Nasdaq krizi) biri de sonunda (2008 Lehman Krizi) olmak üzere iki tane büyük kriz, bir 11 Eylül saldırısı, birkaç tane de orta boyutlarda savaş gördü. Ama yine de küreselleşmenin sinerjisini yaşadı. İlk 10 yıl bir de sosyal medyanın (Facebook) kendini yavaş yavaş duyurmaya başladığı dönemdi.
Biraz da Lehman krizinin etkisiyle ikinci 10 yıl ise küreselleşmenin geri vitese taktığı, dünyanın her tarafında popülist liderlerin cirit atmaya başladığı dönem oldu. 2000’li yılların sonlarına doğru gençler ne kadar umut dolu ise, 10 yıl sonra kafaları bir o kadar karışık.
Ama asıl büyük değişiklik, yazılımlar Y2K’in naifliğinden çıkıp Marc Anderseen’in deyimiyle dünyayı adamakıllı kemirmesi oldu. Bir yandan gelişen yapay zekanın da etkisiyle her türlü teknoloji derinlemesine gelişirken, diğer yandan band genişliği artmaya devam etti ve bütün dünyanın birbirine bağlanması üssel bir hızla devam etti. 2018 yılında dakikada ortalama Google’da 3,88 milyon arama yapıldı, YouTube’da 4.33 milyon video seyredildi, 160 milyona yakın elektronik posta gönderildi, 473bin tweet atıldı, 49 bin fotoğraf Instagram’a yüklendi[i].
2010’lu yıllar kadar tarihin belki hiçbir döneminde bu kadar kırılım yaratacak teknolojik gelişme yaşanmadı. Bunlardan bazıları hayata geçti, bazıları ise kuluçka aşamasında. Belki henüz ortalığı birbirine katmadı ama ufukta büyük değişimlere aday gibi duruyorlar.
Bin yılın ilk 10 yılından daha sonraya miras kalan “sosyal medya”, daha emekleme adımlarındaydı. Facebook üniversite kampüslerinden yeni yeni dünyaya ihraç olmaya başlamıştı. İlk 10 yılın küreselleşmesinin ikonik bir sembolü haline gelmişti Facebook. Kullanıcı sayısı Türkiye nüfusunun beş katına ulaşmıştı ama daha gideceği çok yol vardı. Özellikle gençlerin gözdesiydi ve hızla da yayılıyordu. Ama Twitter de fena değildi.
Facebook ve Twitter, Mısır’daki “Arap Baharı” ile başlayan gençlik hareketlerinin de lokomotif taşıyıcısı olmuşlardı. İlerici gençlerin elinde kendilerine ait olan bir araç vardı ve eskiyen rejimleri bile değiştirme gücüne sahip olmuşlardı. İki yıl öncesinde ilk defa Barack Obama, dönemin Amerika Başkanlık seçimini uyguladığı başarılı sosyal medya stratejisine borçluydu.
2010’lu yıllar ise gençlere pabucun bu kadar da ucuz olmadığını gösterdi. Önce iktidarlar olanca güçleriyle değişim isteyen gençlerin üstüne geldiler. Arap Baharının umutlarını darmadağın ettiler. Ama başka bir şey daha oldu. Zuckerberg, Facebook için önemli bir strateji keşfetti ve uygulamaya koydu. Öyle ya, Facebook sonunda bir şirketti ve yaşaması için para yaratması gerekiyordu. “Kişiye özgü” reklamları almaya başlaması Facebook’un dünyanın en büyük şirketleri arasına yerleşmesinin önünü açtı. Facebook artık hem büyümeye devam ediyor, hem de alternatif olacak sosyal medya yapılanmasının da önünü kesiyordu.
Sonuç: 2000’li yıllar gelişen iletişim teknolojileriyle gençlerin ve küreselleşmenin umudu olarak yola çıktı. 2010’lu yıllara geldiğinde ise hem gençlik hareketleri hem de sosyal medya, hakim sınıfın eline geçmişti bile. Facebook ise her ne kadar Obama’ya seçimi kazandıracak kadar gençlerin umudu oldu ise, 2017 ABD seçimlerinde Cambridge Analytica diye garip, pespaye bir teknolojik şirketin kötü niyetli seçim manipülasyonlarının aleti oldu.
2010’lu yılların kırılımı yalnız sosyal medyada kalmadı. “Derin öğrenme” gibi kavramların çıkması yapay zekâ araştırmalarında önemli aşamaların kat edilmesini sağladı. Yapay zekâ gelişmeleri teknolojilerin derinlemesine gelişmesini sağlarken; bant genişliğinin gittikçe artması, 5G teknolojisinin gelişmesi yatay düzeyde ilişkileri artırdı.
Son 10 yıla imza atan kırılımların en önemlilerinden birisi de “Bitcoin” ve buna bağlı olarak blok zincir teknolojileri oldu. Bitcoin şimdiye kadar en parlak dönemini 2017 yılında yaşadı. 2018 yılına girerken 20bin Dolar gibi bir zirve yapmışken bugün aşağı yukarı o tarihlerin üçte biri değerine oturdu. Ama gerek kripto paralar, gerekse blok zincir teknolojisi aşağı yukarı beş sene gibi bir süre içinde ekonomi gündeminin en üst noktalarına oturdu.
Blok zincir ise kripto paralardan çok daha öteye, doğrudan doğruya teknoloji değişimini, kavramsal olarak hukuk sisteminin içine soktu. Kişiler ve kurumlar arası ilişkiyi dağıtık bir sorumluluk sistemiyle, kendi kendini denetleyecek bir yapının kurulma olanağını getiriyordu. Sözleşme taahhütlerinin karşılıklı yerine getirilmesi, zaten blok zincirinin içine doğal olarak yerleştirilebiliyor ve bir denetim mekanizmasını gereksiz kılıyordu.
Bitcoin kavramı, 2008 yılında Satoshi Nakamoto takma adıyla yayımlanan bir makaleye dayanıyordu. Nakamoto’nun kim olduğu hala bir sır olarak kaldı ve anlaşılan öyle de kalmaya devam edecek. Ama 2015 yılında, bambaşka bir alanda, Teksas Üniversitesi’nden Dr. Haoquan Wu ve arkadaşları tarafından, Genome Biology dergisinde gen teknolojisi alanında bir makale yayımlandı. CRISPR teknolojisi ilk defa duyurulmasıyla gerçekten büyük bir yankı yarattı. Genlerin üstünde oynanarak özellikle kalıtımsal hastalıkların giderilmesine yönelik bir yöntem geliştirilmişti. Özellikle kanser ve kalıtımsal hastalıklar alanında yeni bir umut doğmuştu. Aslında araştırmalar devam ettikçe bu amacın çok ötesinde yararlar da getirebilecek bir teknolojiydi. İnsanların saç ve göz renginin değiştirilmesinden tutup, cinsiyetiyle oynanmaya veya farklı birtakım fiziksel özellikleri değiştirmeye gidecek kadar geniş bir alana kapı açılıyordu. Daha da öteye; hayvanlar, bitkiler, mantarlar olsun, her türlü içinde gen olan maddelerle oynanma ihtimali doğmuştu.
2018 yılının kasım ayında Hong Kong’da uluslararası bir sempozyumda Çinli genetik bilimci doğmamış ikiz bebeklerin genlerini başarı ile modifiye ettiğini kamuoyuna açıkladı. He Jiankui, CRISP teknolojisini embriyolar üstünde denemişti ve bebekleri HIV virüsü taşıyan babalarının hastalığından korumuştu. Bebeklerin birinde de başarı sağladığını iddia etmişti. Daha sonra iddiasının gerçekliği oldukça tartışıldı. Ama asıl önemlisi tıp etiğinde daha yeteri kadar tartışılmamış bir alanda hesaplananın dışında bir takım araştırılmalar yapılmış olması tıp dünyasını oldukça kaşındırdı.
2010’lu yıllar böylece bitti ama 20’li yıllara girerken de epey soru işaretlerini de birlikte getirdi, hem de daha öncesi olmayacak yoğunlukta.
- CRISPR genetik tıpta çok önemli bir çığır açacak ama biyo-teknolojik silahların da oldukça ucuz üretimine olanak sağlayabilecek. Gittikçe ucuzlayan gen haritalamasıyla bir nükleer silah üretmek kadar etkin bir imkânın insanların eline geçmesini çok düşük maliyetlerle sağlayabilecek. Bu kadar demokratize olmuş bir teknoloji, kitlesel bir imha silahına dönüşürse bununla nasıl başa çıkılabilir?
- Belki hala kripto paralar açısından büyük bir uygulama gelmedi. Ama geldiği zaman finans dünyası ne kadar hazırlıklı olacak? Daha da öteye blok zincir teknolojisi “dağıtık sorumluluk” özelliği ile hukukun en temel öğelerinden biri olan “sözleşme” kavramını nasıl etkileyecek?
- Yapay zekâ, robotlar, üç boyutlu baskı teknikleri gibi üretime yönelik teknolojiler çalışma dünyasını nerelerde sarsacak. Üretimdeki mavi yakalıların ötesinde, eğitimli beyaz yakalıların da iş imkanları ne yöne evrilecek? Robot/insan ilişkileri ne olacak?
- Matbaanın bulunuşundan beri belki en temel gelişme olan sosyal medyanın sonuçları ne olacak? Hiyerarşik medya yapısından çoklu iletişime geçerken ve gençler gittikçe basılı medya ve televizyondan uzaklaşırken kontrol edilemeyen yalan veya kışkırtıcı haberler birçok ülkede büyük sosyal yangınlara neden olmaya başladı ve hala ortada bir çözüm gözükmüyor.
- Yine etrafımızı kuşatan akıllı aletler tarafında süzülen özel bilgiler bireylerin özgürlüklerini ne kadar kısıtlayacak? Bir taraftan Çin’deki gibi bilgilerin “büyük birader” tarafından gözetim için kullanılması veya Google, Amazon, Facebook veya benzeri şirketlerin teknoloji ilerledikçe “davranış mühendisliğine” soyunmaları, bireyleri çıkmazı olmayan bir çaresizlik içinde mi bırakacak?
- Dünyamızda iklim sorunu hızla büyürken ve sürdürülebilir enerji olanaklarına odaklanmak dururken, bloklar arası ayrışmalardan dolayı araştırmaların siber silah araştırmalarına yönlendirilmesi devam mı edecek?
- …ve dip toplam: Bir takım elit teknokratlar dünyanın geri kalan kısmının üstünde hâkim konuma mı gelecek?
Belirsizliklerin listesini daha uzatabilecek gibi duruyoruz.
Bundan 20 sene önce teknolojinin genel yaygınlık olarak en fazla çözmesi gereken “Y2K” gibi bir sorundu. O günden bu güne soru işaretleri üssel bir şekilde arttı. “Eski kafalı, kıdemli yöneticiler” zaten devre dışı kaldılarsa da hala bugün iktidardalar ve yönettikleri sistemler bu kadar yoğun olan ve artık daha da yoğunlaşacak olan bu sistemik karmaşayı kaldırabilecek durumda değiller.
2020’li yıllara girerken sorularımız artık teknolojik boyutta değil. Ancak teknolojinin yarattığı sistemik karmaşıklık tüm sosyal, sosyopolitik ve ekonomik ekosistemimizi sorguluyor. Internet öncesi bizim altyapımızı sağlayan neredeyse tüm kavramlar ve kurumlar endüstri sonrası dönemin karşısında çalışıyor.
Bazı sorunların acil çözüm gerektirdiği muhakkak. Ancak bazı soruların cevaplarının bugün bulunması gerekmiyor.
Kötümserliğe ne kadar gerek var bilemiyorum. Bundan 25 yüzyıl önce dünyanın kötüye gittiğine inanan Sokrates intihar etmeye karar veriyor, ancak o dönemden sonra uygarlığın nasıl geliştiğini biliyoruz. Ancak bu sistemik karmaşıklığı uzun dönemli kaldıracak altyapıları araştırmak hepimizin görevi. Eski kavramlar ve kurumların değişmemesi inadı, yeni ve yaratıcı sistemik altyapı araştırmalarının önünde durmamalı.
Milenyuma girerken teknolojik beklentilerin etkisi daha bebek adımlarındaydı. 10 sene sonra gelişmelere büyük umutlar bağlanıyor ve iyimserlik tavan yapıyordu. Bugün, 20’li yıllara girerken, ağırlıklı olarak kötümserlik ve kafa bulanıklığı hâkim.
10 yıl sonraki beklentiler bazı insanların tüylerini ürpertiyor. Ancak, gelecek adım adım, gün be gün, her dakika kendini alıştırarak geliyor. Büyükten küçüğe bütün kıdemli iktidar sahipleri kendi kavgalarını bırakıp, inatlaşmadan tekrar kol kola girip her kademede çözüm arayışlarına devam ederlerse gelecek kuşaklara sorun bırakmak yerine hatırla anılmayı becerebilirler, diye umuyorum.
[i] DNA Data Storage Is Closer Than You Think (https://www.scientificamerican.com/article/dna-data-storage-is-closer-than-you-think/)