Konu: İnsan beyninde oluşan elektrik sinyalleri ve diğer nörolojik aktiviteleri elektrot sensörlü cihazlar aracılığıyla tarayıp okuyabilmeyi mümkün hale getiren nöroteknoloji (neurotechnology), hızla gelişmektedir. Zihinde düşünülen görselleri, önceden tanımlanmış kelimeleri ve basit düşünceleri tanımlayarak başlangıç seviyesinde zihin okumayı mümkün hale getiren bu teknoloji günümüzde başlıca; kısaltması EEG olan elektroansefalografi (electroencephalography) ve fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme (functional magnetic resonance imaging-fMRI) gibi yöntemleri kullanmaktadır. Nöroteknolojinin hızlı gelişimi ekonomik açıdan heyecan yaratan bir faktörken Ienca ve Andorno’ya göre bu teknolojinin karanlık amaçlar için kullanılması insan hakları bakımından ciddi derecede tehlike teşkil ediyor. Nöroteknolojinin hukuka olan etkisini iki farklı şekilde görmek mümkündür. İlk olarak, hukukun teknolojik gelişmeleri geriden takip eden yapısı nedeniyle nöroteknolojideki ilerlemenin yakın gelecekte yeni hukuki düzenlemelere yol açacağı, sonraki aşamada da bu ilerlemenin genel olarak hukukun işleyişini ve geleceğini değiştirebileceği söylenebilir.
Nöroteknoloji alanındaki hukuki düzenlemelerin boyutu: 2013 yılında A.B.D. Başkanı olan Barack Obama, nöroloji biliminin insan hakları üzerindeki potansiyel etkisine vurgu yaparak; mahremiyet, kişisel irade ve ahlaki sorumluluk gibi konuların nöroloji bilimi kapsamında mercek altına alınıp aynı zamanda hukuk alanında bu konularla ilgili çalışmalar yapılması gerektiğini ifade etmiştir. Nöroteknoloji alanı, yukarıda da değinildiği gibi, çok hızlı gelişmektedir. BBC’nin 2015 yılındaki haberine göre, 2014 yılında A.B.D.’de nöroteknoloji alanında yapılan buluşlar için patent başvurularının 1600’ü başarıyla sonuçlanmıştır. 2018 yılında Toronto Üniversitesi’nde nörologlar tarafından oluşturulan yeni bir zihin okuma algoritması, EEG yöntemiyle elde ettiği verileri kullanarak insanların zihinlerinde algıladığı görüntüleri okuyup somutlaştırabilmektedir. Nöroteknoloji alanında henüz özel hukuki düzenlemelerin bulunmuyor olması, bu kadar hızlı gelişen bir teknolojinin kötü amaçlarla kullanılabilmesi riskini ortaya çıkaracaktır. Krausová, Pöysti’nin görüşüne katılarak; hukukun yeni gelişen teknolojilerin gerisinde kaldığını, fakat teknolojik alanda bir risk yönetimi yöntemi olduğunu ve bu durumun artarak devam ettiğini belirtmiştir. Ienca ve Andorno da nöroteknoloji nedeniyle hukukun geride kalacağını, dolayısıyla günümüzdeki mevcut insan hakları düzenlemelerinin revize edilerek; Zihinsel Özgürlük Hakkı, Zihinsel Gizlilik Hakkı, Zihinsel Bütünlük Hakkı ve Psikolojik Süreklilik Hakkı gibi yeni insan haklarının düzenleneceğini söylemiştir.
Noll ise nöroteknolojinin insan beyni ile makineyi birleştiren nörosilahları oluşturmaya başladığını vurgulayarak, özellikle çatışma ve savaş durumlarında uygulanan Cenevre Konvansiyonu md. 48 (Ayırt Etme Kuralı) ve Uluslararacı Teamül Hukuku Çalışması md. 14 (Orantılılık) düzenlemelerinin yetersiz kaldığını, dolayısıyla nörosilah kullanımının Uluslararası İnsan Hakları kapsamı dışında kalacağını savunmuştur.
Nöroteknolojinin çeşitli alanları etkileyeceği düşünüldüğünde yeni hukuki düzenlemelerin sadece insan hakları boyutunda kalmayacağı, bu değişimin özel hukuk ve ceza hukuku gibi alanlarda da görüleceği belirtilmelidir.
Çözüm: Nöroteknoloji alanında hukuki düzenlemelerin yapılabilmesi için, öncelikle bu konuda uzman olan hukukçuların sayısı arttırılmalıdır. OECD gibi uluslararası kuruluşlar, nöroteknoloji alanında seminerler düzenleyerek bu alanda farkındalığı arttırmaktadır. Ayrıca The Royal Society gibi bilimsel topluluklar, hukuk ve nöroteknoloji alanlarında sadece uluslararası konferansların düzenlenmesini yetersiz bularak, üniversitelerin hukuk fakültelerinde bu konuya özgü derslerin açılmasını ve aynı zamanda mevcut hukukçuların bu konuda eğitilmesi için barolarla işbirliği gerçekleştirilmesini tavsiye etmektedir.
Nöroteknoloji, hukukun işleyişini ve geleceğini şekillendirebilir: Nöroteknoloji, sadece yeni hukuki düzenlemelere yol açmayıp, aynı zamanda diğer disiplinlerle bir araya gelerek hukukun geleceğini değiştirebilecek bir etkiye sahiptir. The Royal Society, nöroteknolojinin hukukun işleyişini ve geleceğini gerçek anlamda değiştirebilmesi için; davranışsal genetik, psikoloji, davranış bilimi ve sosyoloji gibi farklı disiplinlerle birlikte çalışılması gerektiğini belirtmiştir. Dr. Stephen Rainey, nöroteknolojinin daha tam anlamda karmaşık düşünceleri okuyabilecek boyuta gelmediğini belirterek, böyle bir boyuta ulaşılsa bile, sadece beyinden alınan elektrik sinyalleri aracılığıyla zihinsel aktivitelerin açıklanmasının –zihnin beyinden çok daha geniş olması ve beyin ile sınırlı olmaması nedeniyle- problem teşkil ettiğini söylemiştir. Sadece zihin okuyarak davranışların tamamen açıklanamayacağı görüşünü destekleyen The Royal Society, İngiliz Hukuku’nda cezai sorumluluğun 10 yaşında başladığını vurgulayarak; daha 10 yaşında bir çocuğun beyinsel gelişiminin tamamlanmamış olduğunu, önem teşkil eden nöral ağların 20 yaşına kadar oluşabildiğini, dolayısıyla sadece beyin okuma yöntemiyle elde edilen verilerin bu tip durumlarda isabetsiz olabileceğini savunmuştur. Diğer yandan Claydon, zihin okuma teknolojisinin gelişerek daha isabetli sonuçlar veren bir hale geldiği zaman ilk olarak adli psikiyatri ve hukuk alanlarını etkileyeceğini belirtmiştir. Claydon’a göre nöroteknoloji sayesinde yargılamada objektiflik geliştirilerek daha kesin sonuçlara ulaşılabilir. Günümüzde poligraf (yalan makinesi) yöntemi hukuk sistemlerinde kesin delil niteliğinde değildir. Claydon, nöroteknolojinin poligraf gibi yöntemlerden daha üstün olması nedeniyle beyinden alınan verilerin kesin delil niteliğine sahip olabileceğini öne sürmüştür. The Royal Society ise, İngiltere ve A.B.D.’de yargılama aşamasında nöroteknoloji yoluyla delil elde edilebilmesine vurgu yaparak, günümüzde nöroteknoloji yoluyla elde edilen delillerin İngiliz Hukuk Komisyonu (“Law Commission [England and Wales]”) tarafından düzenlenen “Admissibility of Expert Scientific Evidence” kurallarına tabi olduğunu söylemiştir.
Sonuç: Nöroteknoloji henüz gelişmekte bir alan olmasına rağmen şimdiden geleceği şekillendirmeye başlamıştır. Bu çalışmada açıklandığı gibi nöroteknoloji ile hukukun etkileşimi kaçınılmazdır. Bu etkileşim sonucunda ilk olarak hukuki düzenlemelerde bir revizyon aşaması başlayacaktır. Nöroteknolojinin daha da gelişerek isabet oranını arttırması durumunda ise bu teknolojinin ceza hukuku ve özel hukuk alanlarında, özellikle yargılama aşamasında, kullanımının yaygınlaşması beklenmektedir. The Royal Society nöroteknoloji yoluyla hukuk alanında; vasiyetname yapma ehliyetinin belirlenmesi, ayırt etme gücünden yoksunluk nedeniyle duruşma esnasında beyan verilememesi ve beyinde oluşan bir hasar nedeniyle kişilik değişikliklerinin oluşması gibi konularda delil oluşturulduğunu belirtmiştir. Bu gerçeklerden yola çıkılarak nöroteknolojinin ilerleyen yıllarda daha da gelişeceği ve hukukla olan etkileşiminin artacağı ifade edilmelidir.