Saha çalışmasına başladığım 2014 senesi büyük veri meselesinin dijital ve davranışsal reklamcılık hakkında bini bir para söylentilere yol verdiği, sosyal medya ve veri ‘uzmanlarının’ arz-ı endamına tanıklık etti. Davranışsal reklamcılık diyerek, anonim kullanıcıların davranış bilgisine dayanan, kitlesel olarak yönetilebilen, arayüz filtrelemesi ve sınıflandırma pratikleriyle yeniden işlenen bir dizi reklam yaratma ve (dijital) yayınlamayı kastediyorum. Bugün dahi veri ekonomisi çalışan veya kullanıcı deneyimi ve hakları üzerinden değil, ekonomik ve teknolojik değer gibi soyutlanmış kategoriler üzerinden tartışılıyor. Ancak biz veri trafiği ve veri teknolojisini teknik bilgi, uzmanlar veya arayüzlerin alameti olarak konuşmaya devam ederek aslında veriler ve teknoloji arasında sıkışıp kalıyor, kültürel pratikleri ve değerleri gözden kaybediyoruz.
Veri üzerine çalışan ve kullanıcılar arasında yeni ilişkiler yaratan veri ekonomisinin o dönemki durumuna bakarsak, bu dediğim daha rahat anlaşılabilir. Dönemin ‘kişisel gelişim’ anlatıları bağlamında, dergiler ve işletme mecralarında bir yandan ‘kişi kendinin girişimcisi’, esnek ve gelişen iş imkanları, ‘veri ekonomisi ve fırsatları’ benzeri kavramlar çoğalırken, diğer yanda Türkiye’de genç işsizliğin yükseldiği, sendikalaşmanın azaldığı, güvencesizliğin plazalara uzandığı, yeni iş kollarıyla ilişkilendirilen ‘yaratıcı akıl hastalıklarının’ genelleştiği bir döneme tanıklık ediyorduk. Eleştirel medya sosyologları bu dönemi güvencesizliğin ve gelir eşitsizliğinin belirginleşmesiyle bilinen, dijital zamanın hayata uyarlanmasıyla herkesin yaşamına dokunan bol uzmanlı çok değişkenli bir zaman olarak addediyorlar. Bunun yanısıra verileri işleyen, üreten kullanıcı bilgilerinin veri olarak mülkiyet ilişkilerinin bir parçası haline geldiği, bilişsel ve metrik ölçümler yardımıyla hayata ve tüketici-kullanıcı davranışlarına yeniden eklemlendiği data recursivity, yani verilerin yaşamı şekillendirme biçimleri, ender de olsa yeni medya/hiper tüketim düzeni bağlamında tartışılageldi.
Buna rağmen, ’dijital dönüşümü’ çalışan odaklı ele alan araştırmaya rastlamak bugün bile epey zor. Veri çalışanlarının deneyimi neredeyse hiçbir temelli, uzun dönemli etnografik araştırmanın konusu olmadı (özellikle Türkiye’de). Yapısal olarak güvencesizleşirken kendini girişimci ve kendinden menkul özneler olarak tanımlayan dijital medya işçilerinin ‘uzman’ olarak nitelendiği bu arka planda, veri bilimselliğinin metalaşması, ekonominin dijitalleşmesi ile çalışan kimliklenmesi arasındaki ilişkiyi irdelediğim antropolojik araştırma tam da bu karmaşanın kültürel pratikler üzerinden kurulumuna odaklandı. Dijital strateji, tasarım, reklam ve marka yönetimine tezgah kuran bir medya ajansında, hayatın veriler ve nesneler arası ilişkiler ağında hızlandığı, anlamlı sonların ertelendiği hummalı bir güvencesiz yaşam içinde dijital medya çalışanlarının kendilerini değişen medya ve ekonominin bir parçası olarak konumlandırmalarını araştırdım.
Göze görünmez veriler, data avcıları, protokoller, şebekeler, onların arasında vuku bulan ve insan muhakemesini aşan bağıntılar; hizmetler, donanımlar, cihazlar, sözleşmeler, grafikler, sloganlar, rendırlar; bu medya ekolojisiyle hemhal olan çalışanlar, kendi üretimleri ve kültürel pratikleri ile teknik olan ve veri mülkiyetleri arasındaki etkileşimi nasıl anlıyorlar?
B: X markası için diğer ajanslarla görüşüp grafik tasarlıyorum, ‘bu t-shirtlerden hangisi en güzel’, gibi. Bir, iki, üç, sıralayıp post giren her yüzüncü kullanıcıya hediye paketi gönderiyoruz. Etkileşim oluyor tabii markaya, post, fav, like filan. Yani branding yapıyoruz hem hem de yarışma gibi oluyor. Sonra etkileşim katsayısı var mesela (Klout) app’i var onun bir tane. Müşteriye (marka temsilcisi) bu etkileşimi, hedeflemeleri satıyoruz.
G: Sen kullanıyor musun ürünleri öyle mi yaratıyorsun reklamı?
B: Yok hayır ne bileyim tadını bilmem almışlığım da yoktur hani… Sevmesen de yazıyorsun orada hesap yönetimi sonuçta bu. Gitmedim mesela Paris’e ‘orada aşk başkadır’ filan stok görsel (kullanıyorum) ve ben mesela yani sevgilime yazdığım sözlerden bazen seçip koyuyorum…
G: Sonra reklam hizmeti veriyorsunuz, hedef kitle nasıl belirleniyor?
B: Mesela bir giyim markasını yönetiyorum (‘sosyal medya hesapları’) A profili kullanıcı hedeflemesi yapıyoruz dijital stratejistlerle. Sonra diyoruz ki hadi bu A kullanıcısı İstanbul’da yaşasın, finans ve pahalı saatlerle ilgilensin, 20-40 yaş arası üniversite mezunu erkek olsun. Facebook’un aplikasyonu var bu hedeflemeyi sana bilimsel (istatistiksel) olarak sunuyor. Pik saatine bakıyorsun o da mesela iş çıkışı 19:00-21:00 arası tam benim aradığım profile istediğin reklamı çıkıyorsun.
B ile aynı ajansta çalışmama rağmen, görüşmeyi tamamladığımda daha önce netleştiremediğim bir eleştirel bakışı onun hali hazırda deneyimlediğini fark ettim. Direkt erişim sağlamadığı bir deneyim biçimi (‘zevkler’) ve duygusal yaşamı haiz olduğunu varsaydığı bir sosyolojik katmanı (A profili) veriler, cihazlar ve arayüzler üzerinden sınıflandırırken B’nin ürettiği bu ‘görme biçimi’ aslında kendi iş koşullarına ilişkilenme biçiminin de anahtarıydı. B’nin günde 10 saatten fazla mesai harcadığı emeğin formu teknolojik verileri yaratıcı sosyolojik katmanlar içinde harmanlamasına dayanıyordu. Ayrıca içine girdiği dijital ekonomi yalnızca müşterilerin ne anlamda bilimsel olduğu muğlak ‘veri bilimselliği’ arayışını değil, aynı zamanda B’nin duygulanım ve hissiyat dünyasını üretim ilişkilerine pay edebilmesine bağlıydı. Üstelik ‘duygusal dünyasını’ işe vakfetmesi yeni iş dünyasının bir gereksinimi olmanın yanısıra, B’nin akıl yürütmesi, tüketim kategorileri ile ilişkilendirdiği ‘sosyal sınıflara’ dair bilgi sahibi olması ve bu bilgiyi hızla gelişen yeni platformlar aracılığıyla ‘değerlendirebilmesi’ gerekiyordu.
Halbuki bu çıkarımsal, imgesel, duygusal iş hakkında konuşurken kendine pay ettiği emek süreci konu işin koşullarına gelince süresiz, belirsiz, güvencesiz bir hayatı tasvir ediyordu. İşyerinde esnek üretim biçimi, eğlence ve iş ahlakının birbirine geçtiği bir yönetim prensibi benimsenirken, bir yandan sözleşmelere iş değiştirme cezası ekleniyor, çalışanlar hakkında performans raporları tutuluyor, onlardan diğer çalışanları değerlendirmeleri isteniyor, tüm bunlar devam ederken işlerine talip olan yüz binlerce işsizden haberdar olup olmadıkları sorgulanıyordu. B’ye göre sevgilisine yazdığı mesajları sloganlara uyarladığı, başkalarının tüketim zevklerine dair başlık ve grafik tasarladığı, mesai saatinden bağımsız süresiz bir iş akdine tabi olduğu bu hayat ödüllendirilmeyen, bunaltıcı, harap bir yaşantıydı. Oysaki B, kendi ürettiği kategorilendirme, veritabanı oluşturma, yorumlama, pazarlama işlerini genelde teknolojik alametlere, dijital medya ve tüketim dünyalarının cazibesine (teknolojik belirlenim), özeldeyse ekonomik gereksinimlere, çaresizliğe, işin koşullarına (yapısal-ekonomik) bağlıyordu.
Bir yandan muğlak uzmanlıklar ve yeni şekillenen çalışma alanlarına bağlı reklam hizmetleri, ‘girişimci özneler’, diğer yandan teknoloji ve dijital medya platformların mümkün kıldığı olanaklar var. Dolayısıyla, ekonomik anlamda yapısal olan, ne hikmetse öznel (tüket, değerlendir, kendini gerçekleştir) ve teknolojik alandan ayrı tanımlanabiliyor. Özne süreksiz, güvencesiz hayat sürer, ekonomik kurumlar üretim ilişkileri üzerinden bu hayatı piyasalara tabi kılarken, teknolojik girişimler yeni mülkiyet ilişkileri ve artı değer transferi yaratmalarına rağmen çalışanların marifetini de üstlenebiliyorlar. Verilere atfedilen bu üç nitelik: Emeğin ve üretilen nesnelerin anlamını çalışandan soyutlama; toplumsal ilişkileri şekillendirme; değer yaratma nitelikleri iken, bu ilişkileri eyleyenlerin denklemden eksilmesi verilerin esrarı olarak görülebilir. Bu eksiltme işlemini mümkün kılan süreçleri belirginleştirmek adına, verilerin kariyeri, yani silsilesi, geçmişi, değerlenme süreçlerine dair ne söylenebilir? Veri üreten ve onları yeniden değerlendiren platformlar -mesela gönderi, görüntü, girdi kullanımını önceleyen katılımcı dijital mecralar- özelinde güvenlik, bireysel haklar ve mülkiyet ilişkileri nasıl dönüşmektedir? Tüm bu hususlar bize sektör, işveren, platform ekonomileri, yeni dijital süreç ve teknolojiler ve benzeri alanlar içinde dönüşen ilişkileri tanımlama fırsatı verebilir. Fakat tam da teknoloji ve mülkiyet arasındaki tanımlarda emek sürecinin ürününü veri sistemlerinin marifeti sayan çalışanlar, bu ilişkilere ne tür bir çerçeveden bakmalıyız?
Burada veri üreticilerinin (kullanıcılar) verilerini işleyenler (çalışanlar) ne tür süreçler dolayımıyla öncelikle güvencesiz hayat ve duyguları ‘kendilerini gerçekleştirmenin’ bir bedeli, bununla birlikte artı değer ve anlam üretme imkanlarınınsa teknoloji ve kurumların niteliği olduğunu ifade ediyorlar? Yani derdimiz, tam da verinin yaşamı ve yaşanan veri arasında dizilenen emek ve ahlak ilişkilerini yeniden düşünürken, çalışanların kendi ürettikleri değeri nasıl anlamlandıklarına odaklanmak. Böylece daha genelde veri üreten, tanzim, tasnif ve estetik bakış üzerinden iş gören işçi/kullanıcı deneyimine dair söz söylemek. Ne ki bunu teknolojinin hayatı belirlediği endüstriyel veya işletme modelleri ya da kullanıcı deneyimi denen temelsiz anlatılar üzerinden değil, tam da insana duyarlı bir ilişki biçiminin, veri ilişkilerinin samimi-mahrem ve bilişsel alan arasında gördüğü iş üzerinden anlamaya çalışmayı önermek, herhalde ‘görme biçimlerini’ kültürel olarak düşünmenin yanısıra, tam da kimliklenme ve teknolojik süreçler arasında yaratılan hikayeleri yeniden düşünmeyi gerektiriyor.
Selim Gökçe Atıcı, Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi ve Sosyoloji Bölümleri’nden mezun oldu, Sosyoloji Bölümü’nde yüksek lisans projesini teknolojik ve ekonomik dönüşümle beraber gelişen emek rejimleri, bilişsel ve duyumsal deneyimler üzerine antropolojik bir araştırma ile tamamladı. Hali hazırda Stanford Üniversitesi Antropoloji Bölümü’nde doktora araştırma projesini Japonya’da değişen ve deneyselleşen psikodinamik ve kolektif tedavi biçimleri üzerinden uyuşturucu bağımlılığı, bilişsel-davranışsal terapi yöntemleri ve psikanalitik pratikleri tarihsel olarak konumlandırmaya, katılımcı-gözlemci olarak medikal bilimler ve yerel iyileşme biçimleri arasında kimliklenen bağımlı ve uzmanlar hakkında araştırma yapmaya çalışıyor. İletişim: sgatici@stanford.edu