Bazen gelecek ayın KonuŞu konularını belirlerken sosyal medya hesaplarımızdan takipçilerimize soruyoruz: Hangi konunun uzmanlarını dinlemek istersiniz?
Bu soruyu Ocak 2019’da Instagram hesabımızın Hikaye bölümünde paylaştığımızda 8 kişi “Ekofeminizm” cevabını verdi. Lisans ve lisans üstü çalışmalarımda feminist literatürü epey çalışmış olmama rağmen bu kavramı daha önce hiç duymamıştım. Bunun nedeni belki de batılı kaynaklarda bu kuramın oldukça kısıtlı bir şekilde tartışılıyor oluşuydu. O günlerde araştırmaya başladığım ekofeminizm, beni çok güzel yayınlar, insanlar, projeler ve teoriler ile tanıştırdı.
Ekofeminizm, ekolojik tahribat ve kadına yönelik şiddetin aynı nedenlerden kaynaklandığı varsayımı üzerine kurulan 1970’ler çıkışlı bir siyasi görüş. Kadın ve doğanın tarihsel yakınlığına dikkat çeken ekofeminizm, günümüzdeki tüketim kültürünün nedeni olarak ataerkil kapitalist sistemi gösterir. Kadınların yeşil hareket içinde aktif rol oynamasının önünü açan ekofeminist düşünce anti-hiyerarşik sistemleri savunur, militarizme ve ‘ne pahasına olursa olsun’ teknolojik gelişime karşı çıkar. Ekofeministler hiçbir bilgi kazancı adına yeryüzünün kendi kendini idame ettiren canlı sistemlerinin yok edilmesinin meşru olmadığını söyler.
Kapitalist kalkınmanın getirdiği bütün düalizmleri reddeden ekofeministler, asıl hedefin kadınları erkeklerle eşitlemeye çalışmaktansa ataerkil medenileşme fikrini değiştirmek olduğunu savunurlar. İlk zamanlar ‘medeniyet’ karşıtı olarak algılandığından radikal görülen bu siyasi görüş, ekolojik tahribatın tavan yaptığı günümüzün antroposen döneminde toplumun farklı kesimlerinin ‘doğal olarak’ evirildiği bir yön haline gelmiştir.
Akademik ekofeminist çalışmalar ataerkil kapitalizmin kadına yönelik şiddetin 21. yy’da tarihteki en yüksek seviyelere çıktığını kanıtlar (1990’lardan beri tecavüz vakaları dünya çapında %240 arttı), kalkınma politikalarının temelindeki çevre mahvolmasını gösterir (insanlar endüstriyel tarım uygulamaları ile tarımsal biyoçeşitliliğin %75’ini yok etmiştir) ve şehirlerin ‘büyümesi’ için kırsalın nasıl sömürüldüğüne yoğunlaşır (her yıl 3 ila 300 arası canlı türü yok olmaktadır). Tüm insanlığın geleceğini tehdit eden; havayı, suyu ve toprağı kirleten etmenlere karşı yasalar çıkarılması için siyasi irade ve direniş gösterir.
Dünyadaki ilk ekofeminist hareketi 1970’lerde Hint köy kadınlarının kalkınma politikalarının verdiği tahribatı protesto etmek için ağaçlara sarıldığı Chipko hareketidir. Bu direniş biçimini Sinop’un Gerze ilçesindeki termik santralin kurulmasını engellemeye çalışan ve Soma’nın Yırca mahallesinde zeytin ağaçlarını korumaya çalışan köylü kadınlarda da görürüz.
Kuzey yarımkürede ise 1970’lerden itibaren Rachel Carson, Lois Gibbs, Donella Madows, Maria Mies ve Petra Kelly aktif olarak ekofeminizm alanında çalışmıştır. İngiltere’deki “Yerküredeki Yaşam için Kadınlar Topluluğu” (Women for Life on Earth) faaliyetleri ekofeminizmi büyük kitlelere duyurmuştur. Batı dünyasındaki ilk yeşil parti 1973’de İngiltere’de kurulan ‘Ekoloji Partisi’dir. Ancak yeşil partilerin dikkat çekmeye başlamaları, Alman Yeşil Partisi “Die Grünen”in 1983 seçimlerinde oy barajını aşıp Batı Almanya’da 28 sandalye kazanması ile olur. Avrupa’daki yeşil partiler 1990’larda düşüşe geçer. Dönemin gündemindeki NATO üyeliği, nükleer enerji santralleri, piyasa ekonomisi gibi konular yeşil partilerin içinde görüş ayrılıkları yaşanmasına sebep olur.
Türkiye’de ise ekofeminist çalışmalar genel olarak sivil toplum seviyesinde sürmüştür. Son yıllarda birçok sivil toplum kurumu ve dernek kırsal ürünlerin şehirlerde erişilebilir olması için çalışmaktadır. Fakat bu tip aracılık işlerinde satılan ürünlerin fiyatlarının artmamasıyla kırsaldaki insanların haklarının korunduğuna dikkat etmek gerekmektedir.
Bu alanda yapılan en duyarlı girişim hiç şüphesiz ‘İyimser Abla’. Türkiye’de aktif olarak çalışan 80 kadın kooperatifi ile 15 ilde aktif olarak çalışan İyimser Abla, Türkiye çapında kadın kooperatiflerinin kapasitesini güçlendirmeyi ve kadın emeğini değerlendirmeyi hedefliyor. Kadın kooperatiflerinin ürettiği erişte, pancar pekmezi, reçel, tarhana ve ceviz helvası gibi ürünleri paketleyerek şehirdeki tüketicilerle ulaştıran İyimser Abla’nın ilk hedefi kurumsal firma hediyelerinin çikolatadan kadın ürünlerine kaymasını sağlamak olmuş. Bundan sonra tekil tüketicilere ulaşan İyimser Abla, aynı zamanda kadın kooperatifleri hakkında farkındalığı arttırmak için söyleşiler ve kampanyalar da düzenliyor. Kurucusu Sevgi Şairoğlu Sezginer’in İyimser Abla ile kadınların ev içi emeğinin karşılık bularak değerlenmesinin önünü açıyor. Biz tüketicilere ise, aldığımız malın geldiği coğrafyayı, üretildiği koşulları ve harcanan emeğin faillerini düşünerek seçimlerimizi yapmak düşüyor.
Ekofeminizm bir teori olarak bütün modern kuramlardan daha cevap verici. Shiva & Mies (1993) de gösterdiği gibi başka hiçbir siyasi bakış açısı, ne liberalizm, ne sosyalizm, ne feminizm ne de çevrecilik, ekofeminizmin kapsadığı kadarını kapsayamamaktadır. Öte yandan, bir pratik olarak ekofeminizmi yeryüzündeki canlı sistemlerinin devamını isteyen herkesin hayatına bir şekilde entegre etmesi gerekiyor. Bunun için de çevreci tüketim örüntülerinin gözetilmesi, kara odaklanmış piyasa sistemi dışında üreticilerin belirlenmesi ve Toprak Ana’ya saygılı bir yaşam tarzına geçmenin zamanı geldi, geçiyor.