“Tüm yoga videolarımız internette mevcut. İstediğiniz videoyu seçip izleyerek siz de yoga yapabilirsiniz.” “Evet ama canlı dersi tercih ederim. Yanlış bir hareket yapmak istemiyorum. Birebir sanal ders yürütmemiz mümkün mü?” Kullanıcı sanal da olsa sadece içeriğin tüketicisi değil ayrıca katılımcısı olmak istiyor. Katılımcısı olması derse katkı sunması daha da önemlisi izlenmesi ve görülmesini de barındırıyor. Hizmetlerin ve iş hayatımızın dijital ortama taşındığı ortamda görmek, görülmek ve dijital benlik konuları yepyeni tartışma konuları açıyor.
Üniversite mezuniyeti sonrası hayatımın on senesi Viveka`da, teknoloji tabanlı girişimcilerin bir yandan fikir, prototip, ürün dönüşümlerini gerçekleştirirken diğer yandan girişimci, takım sonra şirkete dönüşüm süreçlerine sayısızca tanık olarak geçti. Faaliyetlerimizin önemli bir kısmını fikir aşamasında kişileri hackathon ve tasarım sprintlerine dahil etmek oluyor. Hackathon ve tasarım sprintler duvarsız fikir gelişim ve olgunlaşma sahalarıdır. Bir çok masa yan yana 48 saat uykusuz beraber bir konsept geliştirmek ardından bir jüriye sunmak için çalışırlar. Bu tür bir ortamda hem diğer gelişmeleri görmek hem de ziyaret eden mentorlar ve takım arkadaşları tarafından görülmek kaçınılmazdır. Görme ve görülme durumu eğlenceli ve yüksek enerjili bir çalışma ortamı yaratır. Sabahın erken saatlerinde kahve sohbetlerinde yeni kişilerle tanışırlar, birbirlerinin notlarını ve iş modellerini görürler, ilham ve tesadüflere açık bir çalışma ortamıdır. Hackathon ortamında herkes normal rollerinin dışında yeni roller edinir : tasarımcı, iş geliştirici, yazılımcı gibi. Bu roller gündelik rollerinden farklı yeni kimlikler edinmelerine yardımcı olur.
“Hocam sesim ulaşıyor mu?” “Kameranız kapalı açabilir misiniz?” “Tişörtünüz çok güzelmiş”… Pandemi sonrası dönemde artık bu tür hackathon ve tasarım sprinti gibi faaliyetleri dijital platformda gerçekleştirmemiz gerekiyor. Peki taraflar ne kadar birbirini görüyor ? Ne kadar görüldüklerini düşünüyorlar? Dijital kimliklerimizi şu an nasıl yapılandırıyoruz ? Bazen bir toplantı ortasında görüşme yapan kişinin kedisi klavyeye çıkabiliyor. Bazen ufak çocukları kucağa çıkabiliyor. İş hayatı çizdiği profesyonel mahremiyetini teslim etmiş durumda. Profesyonel dünya bu durumda yeni bir kimlik üretmeye başladı. Kimlikleri tanıma süreci de yeni bir körebe oyununa dönüştü. Norveçte görüştüğümüz bir veri servis uzmanı kamerayı açana kadar soğuk ve ezbere tonda konuşmaya devam etti. Kamerayı kapalı bıraktığımı farkedince açtığımda bir anda duraksadı ve gülmeye başladı. Ardından kitaplıkta gördüğü kitaplarla ilgili yorum yaptı. Ben de onun kitaplığında daha önce okuduğum bir biyografi kitabı olduğundan bahsettim. Kültürler arası kaygıları biraz dindirdik belki de. Böylelikle karşılıklı görülme ritüelimizi tamamlamış olduk.
Sherry Turkle 90lı yıllarda gerçekleştirdiği kültür ve kimlik çalışmasını “Life on the Screen” kitabında özetlemişti. O dönemki MUD ve sohbet gruplarını gezerken psikanalitik çalışmalarda da sık vurgulanan çoklu benlik ve kimlik pratiklerinin nasıl işlediğine tanık olmuştu. Çalışma arkadaşlarından Weizenbaum ilk psikoterapist robotu ELİZA`yı geliştirmişti. ELİZA bir sohbet algoritmasıydı karşı tarafı düşündüren ve duyguları üzerine konuşmasını sağlayan konuşmalar gerçekleştiriyordu. ELIZA sadece metinlerde geçen kelimelerden çıkarım yapabiliyordu günümüzdeki sohbet robotlarının da epey gerisindeydi. Buna rağmen dönemde bir çok kişi ELIZA`nın gerçekten insanları anlayabildiğini düşünüyordu. ELIZA gerçekten karşı tarafı “görebiliyor” muydu ? Yoksa görülme ihtiyacı olan kişi bu talebini soğuk bir algoritmaya mı yansıtıyordu? Deneyin gösterdiği gibi psikoterapinin sadece anlatılanları anlamak değil aynı zamanda duyguları paylaşılmak, görülmek, ses tanımak gibi bir yapay zekanın aktarması için duygu ve düşünce üretmesi gerektiği anlaşıldı. Katılımcılar ELIZA`yı kendilerini tanımak için kullandıklarını ifade etmişler.
Ses ve görüntüden duygu analizi çalışan bir başarılı startup firması ile tanışıyorum. Bu alanda yeni start-up firması ile tanıştığımda merakla aynı soruyu soruyorum: Hangi model bu kadar duygu ve kimlik değişkenliği arasında tutarlı bir formül çıkarabiliyor ? Bir insanın bile birden fazla kimliği (profesyonel, özel, x, y) varken kişinin kendi içerisinde nasıl bir tutarlılık ortaya çıkıyor ? Sanırım cevaptan çok sorumuz var.
Çalışma hayatı dijital arayüzlere taşındıkça belki de profesyonel beyaz yaka kimliği değişecek, zoom kamera açısının bize bahşettiği kadar özel hayattan bir miktar profesyonel kimliğine aktarım olacak. Daha fazla kişiselleştirilmiş profesyonel kimlikler görebiliriz. Beraber çalıştığımız insanların duygu ve düşüncelerini ELIZA gibi slack/whatsapp/eposta metinlerinin dışında görülme, anlaşılma ve duygularını yakalamak için video görüntülerine, sesli toplantılara daha çok ihtiyacımız olacak. İlk defa Mart ayında online design sprint gerçekleştirdiğimizde zoomda her odada sürekli bir mentor olmasının, katılımcılar ile problem sahibi karar vericiler ile daha sık bir araya gelmelerinin görülme problemini çözdüğünü ve motivasyonun arttığını farkettik. Önümüzdeki dönem uzaktan çalışanlar için görememe, yanlış görme, kimlik tanımı veya anlaşılmayla ilgili daha çok durumla baş etmeleri gerekeceğini düşünüyorum. Bu durumu daha sık geribildirim vererek, toplantı dışı kısa sohbetleri daha sık geliştirerek ve varsayımlarınızı kontrol altına alarak yönetebilirsiniz.