Günümüz dünyasında artan eşitsizlik, yoksulluk, küresel ısınma gibi birçok problemi izliyoruz ve sonuçlarını yaşıyoruz. Bu problemleri çözme ve yok etme misyonuyla binlerce organizasyon kuruluyor ve çalışıyor. Peki bu denli büyük problemlere karşı çalışan büyük, küçük, ulusal veya uluslararası kurumlar, işe yarayıp yaramadıklarına nasıl karar veriyorlar? Vergi denetimi yapan kurumlar gibi “ne kadar ve nasıl bir etki yarattıklarını” denetleyen kurumlar var mı? Etki yönetimi önemliyse neden önemli, değilse neden değil?
Kâr amacı güden veya gütmeyen her işletmenin insanlara, topluma “söz verdikleri” bir değer var. Bazen bu “değer” bir ürün veya bir servis olabiliyor. Bu değerin ne formda olduğu fark etmeksizin bir problemi çözüyor olması bekleniyor ve de gerekiyor. Uber de insanların hayatında bir problemi çözüyor, Kodluyoruz da. Ürünü sunuşları, üründen gelir elde ediş şekilleri ve motivasyonları farklı olsa dahi her ikisi de bir değer ve bir çözüm getiriyor topluma, bireylerin hayatına…
Kâr amacı güden işletmelerin motivasyonları genelde finansal kapital üzerinden olduğundan onları denetleyen mekanizmalar da genellikle elde ettikleri geliri ve karı nasıl kullandıklarını denetleyip, yanlış yaptıklarını tespit ettikleri noktada gerekli yaptırımları uygulayabiliyor. Lakin kâr amacı gütmeyen, sosyal etki yaratma motivasyonuyla yola çıkan işletmeleri denetlerken sadece “sayılara” ve “gelir-gider” tablolarına bakılmasının yeterli olduğunu düşünmüyorum. Daha fazlasını yapmamız gerekiyor. Mesela?
Asya Pasifik’te yoksullukla mücadele etmek için günlük 1 doların altında yaşayan kadınları iş gücüne kazandırmaya çalışan bir sosyal etki organizasyonunu düşünelim. O şartlar altında yaşayan insanların bazen görüşü alınarak bazen de alınmayarak bir proje planı ve değişim teorisi tasarlanıyor. Milyonlarca dolar finansal ve beşerî kaynak bu bölgeye aktarılıyor. Fakat 6 aylık veya 2 yıllık proje sona erdiğinde insanların hayatlarında kalıcı bir değişim olmadığı görüldüğünde bundan sorumlu tutulması gereken birileri var mı? Yoksa “Zaten yoksulluğu çözmek dünyanın en zor işlerinden biri. Bu sefer olmadı. Dersimizi aldık. Bir dahakine başka bir bölgede başka grup ile çalışırken daha dikkatli olacağız.” Gibi bir düşünce ile hayatımıza devam mı ediyoruz?
Veya uluslararası bir organizasyonun, teknik bilgisi olmadığı halde kaynaklarının çok büyük bir kısmıyla teknolojik ürünler geliştirirken asla kullanıcının hayatında nasıl bir problemi çözebileceğinin cevabını aramaması ve sormaması; tamamen ideolojik değer ile çözümden uzak bir tutum sergiliyor olması…
Bu farazi örneklerin gerçeği hiçbir şekilde yansıtmadığını söylemek isterdim ama maalesef günümüzde birçok sosyal etki güden organizasyonlarda benzer hataların defalarca yapıldığına şahitlik ediyoruz.
Sosyal sektörde, finansal şeffaflığın ötesinde etki şeffaflığının olması gerektiğine inanıyorum. Uygulanan program işe yaramıyorsa yaramıyordur ve bu gibi konularda ideolojik inatçılığa yer olmaması gerekiyor. Bunun hem birçok insanın hayatına zarar verdiğini hem de toplumsal güveni zedelediğini düşünüyorum. Siz hiç çözmek için söz verdiği problemde hiçbir değişiklik başaramamış bir organizasyonunun kendi kendini kapattığını veya insanların bu yüzden istifa ettiğini duydunuz mu? Ben duymadım. Finansal iflas diye bir şey varken bence “etki iflası” diye bir kavram ve kültür geliştirebilmeliyiz.
Her organizasyon etkisini ölçmek, neler yapıyor ve yapamıyor bilmek zorunda. Maalesef iyi niyet her zaman kendini iyi sonuçlara dönüştürmüyor. Ayrıca sevgili Daron Acemoğlu’nun, araştırmalarında da vurguladığı gibi kurumların hesap verebilir ve şeffaf olmaları toplumların refahını belirleyen çok önemli bir faktör.
Etkisini ölçen organizasyonların kendilerini daha iyi anlattıkları, daha kolay fon bulabildikleri ve daha da önemlisi kendi etkilerini derinleştirirken başka bölgelere de yayıldıkları biliniyor. Etki yatırımcıları, büyük fon kuruluşları ve bireysel bağışçılar, “sayılardan” daha fazlasını öğrenmek istiyor. Örneğin “Milyonlarca insanın hayatına dokunduk.” gibi cümleler yeterli değil çünkü o organizasyonun ne yaptığıyla ilgili maalesef hiçbir bilgi vermiyor ve güven duygusu uyandırmıyor. Giderek artan eşitsizlik dünyasında, Fon veren birçok kurum ve kalkışma kuruluşları her kurumun nelerin işe yarayıp nelerin yaramadığını bilmesi ve paylaşması gerektiğini savunuyor. Hatta bu yıl Ekonomi Nobel Ödülü’nü alan araştırmacılar, yoksulluk ile mücadelede hangi çözümlerin nasıl işe yaradığını kanıtlayan araştırma metotları üzerine çalışıyor. Özetle; etkisini anlamak için çaba gösteren işletmeler, hem yaptıkları işi bir sonraki aşamaya taşıyor hem de sosyal sektöre olan güven duygusunu besliyor.
Genelde etki ölçümü yapmanın çok masraflı oluşu, sosyal organizasyonların genelde bunun için yeterli bütçeleri olmayışı en büyük bariyerler olarak gösteriliyor. Aslına bakılırsa etki ölçmek çok büyük bütçeler ile başlamıyor. Etki ölçümü, yıl sonuna bırakılmış ve kısa bir zaman dilimine sıkıştırılmış raporlama değil ve de olmamalı. Etki yönetimi daha çok ekibinin iş yapış şeklini yansıtan bir konsept. Bu, ekip kültürünün sonuç odaklı kararlar alıp “kanıtlar” üreten programlar tasarlayıp uygulamasıyla başlayan bir süreç. Ekibin hızlıca test edip testin kullanıcılarından aldığı yorumların sonucuna göre düzenlemeler yapmasıyla devam ediyor. Ekip toplantılarını ise süreç ve dinamikler kadar sonuçların da konuşulduğu zaman dilimine dönüştürüyor.
“Etki yönetimi” bakış açısını benimsemek hem start-up’lar hem de köklü kurumlar için son derece önemli. Start-up’lar işlerini bu etki yönetimi kültürü üzerine kurarsa çok büyük bir avantaj elde edebilirler. Köklü kurumlarda durum biraz daha zor olabiliyor çünkü hali hazırdaki iş yapış ve insanların davranış şeklini değiştirmek kolay değil. Köklü kurumların da yıllardır kendilerini sürdürebilmiş olmalarından gelen tecrübe ile, ideolojik fakat herhangi bir problem çözme konusunda başarısız olan birçok programı ve girişimi olabiliyor.
Günün sonunda, nerede çalışıyorsak çalışalım hep bir problem çözmeye çalışıyoruz ve insanların hayatlarını farklı ölçülerde etkileyen ürünler, servisler sunuyoruz. Eğer ne yaptığımıza, iyi veya kötü neye sebebiyet verdiğimize bakmaya gönüllü değilsek durup düşünmemiz gerekiyor. Strateji dosyalarını, misyon ve vizyon paragraflarını tazelemek gerekiyor. Özellikle hali hazırda birçok teknolojik çözüm varken sosyal sektörün bundan çok iyi faydalanması gerektiğine inanıyorum.